GİTME Bİ YERE
Tanıştığımızda yazın ilk ayıydı. Küçük bir odada kalorifer
peteğinin önünde masmavi bakıyordun bana.
Tanıştığımız gün
O günden bugüne insan yılı ile beş yıl altı ay geçti. Tam
beş yıl altı ay boyunca her günümdeydin. Masmavi boncuk gözlerin minik siyah
burnun ve tapılası siyaha çalan koyu gri patilerinle her günümde sen vardın.
Biz birbirimizin yol arkadaşıydık, öyle seçmiştik birbirimizi, ölene kadar
birlikte olacaktık ve o son güne daha çok vardı. Öyle sanıyordum öleceğini bile
bile hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan her insan gibi..
Halsizlik ve yüksek ateş belirtileri ile götürdüğümde
doktorunun “boşuna telaş etmişsin bir şeyi yok mevsim değişiminden” diyeceğini
sanıyordum. Senin duygusallığına şımarıklığına verecektim mevzuyu, hani eve
birilerinin gelmesinden pek hoşlanmazsın küser gidersin ya öyle sandım ben.
İnsan işte aklına kötü bir şey getirmiyor ki.. hele ki söz konusu kıymetli
ise.. hiç gelmiyor o kötü fena ihtimaller..
Seni doktoruna emanet ettiğimde sevmedim o endişeli bakışı,
o “hımmm” diyen ses tonundaki kasveti de sevmedim.. hani insan kötü bir şey
duyacağını bildiğinde soru sormaz susar ya, hani o bilinmezliği bile bile
uzatır ya, çünkü o kötü haber bilinmezlikten daha beterdir ya.. işte öyle
sustum ben de.. susarsam o kötü haberi de almam diye..
Aldım..
Bir kaç saat sonra birçok hastalığın olduğunu öğrendim. İlk
tepkim donmak oldu.. Hiç beklemediğim ve beni çok korkutan o hastalığı
duyduğumda ise tepki veremedim.. diğerleri neyse de o olmamalıydı.. dondum
kaldım... Ve her zaman yaptığım gibi yine inanamadım.. İnanamıyorum ben biliyor
musun, öyle ölüm veya hastalık kıymetlilerime uğramaz sanıyorum. Öyle olsun
istiyorum.. İnsan işte hani ölümü hastalığı yakıştıramazsın ya kendine ya da
sevdiklerine öyle işte benim ki de.. Sonra gözlerimden fışkıran yaşlar,
durmadan durmadan.. Sen kucağımda.. sana bakıp bakıp bıraktığım yaşlar.. Yoğun
üzüntü şaşkınlık ve suçluluk.. Evet canımın içi, suçluluk duygum çok yoğundu
sana bakıp bakıp ben mi yaptım acaba ben mi sebep oldum diye kendimi yedim
bitirdim... Doktoruna anlattım aklımdan geçeni “saçmalama” dedi “her şeyden
olabilir, en kuvvetli ihtimal anasından geçmiştir, ve artık neredeyse tamamında
var bu hastalık” dedi... dinlemedim ben, çünkü benim sebep olma ihtimalim
yüksekti bana göre ve o an o teşhisin konulduğu ve senin bana baygın mavi
baktığın an kararımı verdim ve dedim ki, “ben sebebim bu hale”.. Acı çekmek
istediğimizde yaparız biz bunu, düşünür karar verir aksi argümanlar karşısında
ikna olmaz –acıya karar verdik çünkü- ve kendimize eziyete başlarız. “Benim yüzünden”bilinen
en yaygın acı çekme araçlarından biriydi ve o an elimdeki buydu, suçlu bendim
canımın içi.
Tedavi olmaya başladığında
Geçtiğimiz Şubat’tı ve ben yurtdışına gidecektim tatile,
yurt içi olsa kolaydı beraber giderdik seninle çoğu kez yaptığımız gibi. Ama
işte konu yurtdışı olunca olamadı, sana daha önce göz kulak olanların da
hiçbiri müsait olamadı ve ayrı kalacağımız süre de uzun, 8 gün gibi bir süre
olunca, seni arkadaşıma bıraktım tüm özel eşyalarınla birlikte. Beş yıl altı ay
boyunca ilk kez bensiz evinden ayrılmış oldun böylece.. 8 gün kaldığın o evde
ise, sen yaşamaya başlamadan iki hafta önce bir ölüm gerçekleşmişti. Sebebini
sormamıştım.. Oysa sormalıydım..
Döndüm tatilden, havaalanına iner inmez ilk işim taksiye
atlayıp sana gelmek ve tabi ki seni alıp öpüp koklamaktı. Koşa koşa gittim seni
almaya, sesimi duyduğun an koştun bana. Tanrım ne çok seviyoruz biz
birbirimizi, yine aşkla dolduğum anlardan biriydi. Birkaç gün sonra ben yokken
sana annelik yapan arkadaşımla kahve içip sohbet ederken, “sahi” dedim “neden
öldü?” Söyledi.. Duyduğum an dondum, kalbim sıkıştı, nefes alamadım, elimde kahve
asılı kaldı. Endişemi gören, kaybın ne demek olduğunu bilen arkadaşım çok
üzüldü “ona ait hiçbir şeyi kullanmadık, ev iki kez temizlendi, lütfen rahat
ol” dedi ancak ben almıştım bir kez zehiri.. ve o an yine karar vermiştim senin
hasta olacağına. Sakin görünmeye çalışıyordum ama içimdeki fırtınayı gelgiti
anlatamam sana.. sürekli “nasıl sormadım bunu nasıl sormadım ben ne yaptım”
diyordum kendimi yiyerek.. Yapacak tek şey, iş çıkışı seni doktoruna götürüp
kontrol ettirmekti. Gittik kontrollerin oldu temizdin.. Ancak bu kesin ve son
bilgi değildi çünkü sonrasında da çıkabilirdi.. Günler haftalar aylar geçti..
Hayat, hayatımız devam ediyordu, yine tatile gittik seninle, yolculuklarımız
oldu uzun ve kısa, bazen evde beraber takıldık, sabahları bazen birlikte
yumurta yedik, geceleri kucağıma geliyordun ve çoğu gece birlikte uyuyorduk.
Keyfimiz yerindeydi ve ben bu mevzuyu unutmuştum bile, sanırım sen de..
Ta ki işte o sabah sen kucağımda iken doktorun hastalığını
söyleyene kadar.. Ta ki ateşler içinde yatan sana bakıp ben ne yaptım diyene
kadar.. O suçluluk duygusuyla hıçkıra hıçkıra kahrolana kadar..
İki gün sonra öğrenebildik ateş halsizlik ve kabızlığının
sebebini, sen anal kanal fistülü olmuştun, kıçındaki yara feci iltihaplıydı ve
bu iltihap ateşe yol açıyordu, biraz içerde olduğu için ilk gün
farkedememişlerdi. Ve farkedilmediği için genel enfeksiyon testi yapıldığında o
melun o beni kahreden suçluluk duygusuyla yerden yere vuran habere ulaşmıştık,
oysa sebebi orada değil başka yerde, kıçında aramalıydık.
Doktorun anlattı uzun uzun evden kapma olasılığının neden
düşük olduğunu. Dinledim. Ancak hala ikna olmuş değilim, ki inan bana olmayı
çok istedim, hala benim sebep olduğum düşüncesi var aklımda. Ve bu tip
durumlarda yoğun şekilde hissettiğim hal geliyor yine, geçmişe, o ana dönme
isteğim geliyor.. Gideyim o güne ve seni evinden evimizden hiç çıkarmayayım
istiyorum, olmuyor.. İşte bu yüzden sevgili okuyan, her verdiğimiz kararın ne
olduğuna hep dikkat etmek lazım, verilen o kararların değişmesi zaman ve çaba
gerektiriyor çünkü..
Olan oldu.. her ne ise ve her nasılsa sen bu virüsü kaptın,
taşıyıcısın şu anda. Bunda bi sıkıntı yok hayatının sonuna kadar taşıyıcı
olarak yaşama ihtimalin yüksek, istatistikler söylüyor bunu... Ayrıca 3 yaş
üstü olduğun için de şanslıyız, üç yaştan sonra mutasyon daha nadir görünüyor
tabi yine istatistiki olarak.. Kefir yemeye başladık beraber, her gün reiki
yapıyorum sana, her gün konuşuyorum seninle, mavi mavi bakıp dinliyorsun beni,
sen beni dinledikçe daha çok anlatıyorum sana.. Bol bol özür diliyorum senden
af diliyorum.. bakıyorsun bana evet der gibi gözlerini kısıyorsun. Bilmem belki
de ben görmek istediğimi görüyorum.. insan bunca sevdiği birine bunca zarar
verebilirmiş demek, bunu da öğreniyorum ve itiraf edeyim çok ağır bu, ağır bir
yük.. Bunu da çözeceğiz bununla da barışacağız elbet.
Artık senin yanında ağlamıyorum, ben ağladığımda sen de kötü
oluyorsun bunu farkettiğimden beri yanında ağlamıyorum... gülüşüyoruz seninle..
Bunları yazdığım şu gün de tedavin hala devam ediyor, her geçen
gün daha iyiye gidiyorsun. Kıçın oldukça yaralı, yalamayasın diye kafana şu
huni gibi olan plastiklerden taktık, hiç hoşlanmadın bundan, mavi gözlerinde
kızgınlık vardı ama bu da geçecek..
Hepsi geçecek sen yine anahtarın sesini duyduğun an kapıya
koşacaksın ben yere çömelip seni kucağıma alacağım. Seveceğiz birbirimizi her
gün her gün yeniden hep olduğu gibi..
Atlatacağız bunu inançtan öte biliyorum..