12 Kasım 2017 Pazar


GİTME Bİ YERE

Tanıştığımızda yazın ilk ayıydı. Küçük bir odada kalorifer peteğinin önünde masmavi bakıyordun bana.



                                                          Tanıştığımız gün

O günden bugüne insan yılı ile beş yıl altı ay geçti. Tam beş yıl altı ay boyunca her günümdeydin. Masmavi boncuk gözlerin minik siyah burnun ve tapılası siyaha çalan koyu gri patilerinle her günümde sen vardın. Biz birbirimizin yol arkadaşıydık, öyle seçmiştik birbirimizi, ölene kadar birlikte olacaktık ve o son güne daha çok vardı. Öyle sanıyordum öleceğini bile bile hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayan her insan gibi..

Halsizlik ve yüksek ateş belirtileri ile götürdüğümde doktorunun “boşuna telaş etmişsin bir şeyi yok mevsim değişiminden” diyeceğini sanıyordum. Senin duygusallığına şımarıklığına verecektim mevzuyu, hani eve birilerinin gelmesinden pek hoşlanmazsın küser gidersin ya öyle sandım ben. İnsan işte aklına kötü bir şey getirmiyor ki.. hele ki söz konusu kıymetli ise.. hiç gelmiyor o kötü fena ihtimaller..

Seni doktoruna emanet ettiğimde sevmedim o endişeli bakışı, o “hımmm” diyen ses tonundaki kasveti de sevmedim.. hani insan kötü bir şey duyacağını bildiğinde soru sormaz susar ya, hani o bilinmezliği bile bile uzatır ya, çünkü o kötü haber bilinmezlikten daha beterdir ya.. işte öyle sustum ben de.. susarsam o kötü haberi de almam diye..

Aldım..

Bir kaç saat sonra birçok hastalığın olduğunu öğrendim. İlk tepkim donmak oldu.. Hiç beklemediğim ve beni çok korkutan o hastalığı duyduğumda ise tepki veremedim.. diğerleri neyse de o olmamalıydı.. dondum kaldım... Ve her zaman yaptığım gibi yine inanamadım.. İnanamıyorum ben biliyor musun, öyle ölüm veya hastalık kıymetlilerime uğramaz sanıyorum. Öyle olsun istiyorum.. İnsan işte hani ölümü hastalığı yakıştıramazsın ya kendine ya da sevdiklerine öyle işte benim ki de.. Sonra gözlerimden fışkıran yaşlar, durmadan durmadan.. Sen kucağımda.. sana bakıp bakıp bıraktığım yaşlar.. Yoğun üzüntü şaşkınlık ve suçluluk.. Evet canımın içi, suçluluk duygum çok yoğundu sana bakıp bakıp ben mi yaptım acaba ben mi sebep oldum diye kendimi yedim bitirdim... Doktoruna anlattım aklımdan geçeni “saçmalama” dedi “her şeyden olabilir, en kuvvetli ihtimal anasından geçmiştir, ve artık neredeyse tamamında var bu hastalık” dedi... dinlemedim ben, çünkü benim sebep olma ihtimalim yüksekti bana göre ve o an o teşhisin konulduğu ve senin bana baygın mavi baktığın an kararımı verdim ve dedim ki, “ben sebebim bu hale”.. Acı çekmek istediğimizde yaparız biz bunu, düşünür karar verir aksi argümanlar karşısında ikna olmaz –acıya karar verdik çünkü- ve kendimize eziyete başlarız. “Benim yüzünden”bilinen en yaygın acı çekme araçlarından biriydi ve o an elimdeki buydu, suçlu bendim canımın içi.




                                                  Tedavi olmaya başladığında

Geçtiğimiz Şubat’tı ve ben yurtdışına gidecektim tatile, yurt içi olsa kolaydı beraber giderdik seninle çoğu kez yaptığımız gibi. Ama işte konu yurtdışı olunca olamadı, sana daha önce göz kulak olanların da hiçbiri müsait olamadı ve ayrı kalacağımız süre de uzun, 8 gün gibi bir süre olunca, seni arkadaşıma bıraktım tüm özel eşyalarınla birlikte. Beş yıl altı ay boyunca ilk kez bensiz evinden ayrılmış oldun böylece.. 8 gün kaldığın o evde ise, sen yaşamaya başlamadan iki hafta önce bir ölüm gerçekleşmişti. Sebebini sormamıştım.. Oysa sormalıydım..

Döndüm tatilden, havaalanına iner inmez ilk işim taksiye atlayıp sana gelmek ve tabi ki seni alıp öpüp koklamaktı. Koşa koşa gittim seni almaya, sesimi duyduğun an koştun bana. Tanrım ne çok seviyoruz biz birbirimizi, yine aşkla dolduğum anlardan biriydi. Birkaç gün sonra ben yokken sana annelik yapan arkadaşımla kahve içip sohbet ederken, “sahi” dedim “neden öldü?” Söyledi.. Duyduğum an dondum, kalbim sıkıştı, nefes alamadım, elimde kahve asılı kaldı. Endişemi gören, kaybın ne demek olduğunu bilen arkadaşım çok üzüldü “ona ait hiçbir şeyi kullanmadık, ev iki kez temizlendi, lütfen rahat ol” dedi ancak ben almıştım bir kez zehiri.. ve o an yine karar vermiştim senin hasta olacağına. Sakin görünmeye çalışıyordum ama içimdeki fırtınayı gelgiti anlatamam sana.. sürekli “nasıl sormadım bunu nasıl sormadım ben ne yaptım” diyordum kendimi yiyerek.. Yapacak tek şey, iş çıkışı seni doktoruna götürüp kontrol ettirmekti. Gittik kontrollerin oldu temizdin.. Ancak bu kesin ve son bilgi değildi çünkü sonrasında da çıkabilirdi.. Günler haftalar aylar geçti.. Hayat, hayatımız devam ediyordu, yine tatile gittik seninle, yolculuklarımız oldu uzun ve kısa, bazen evde beraber takıldık, sabahları bazen birlikte yumurta yedik, geceleri kucağıma geliyordun ve çoğu gece birlikte uyuyorduk. Keyfimiz yerindeydi ve ben bu mevzuyu unutmuştum bile, sanırım sen de..
Ta ki işte o sabah sen kucağımda iken doktorun hastalığını söyleyene kadar.. Ta ki ateşler içinde yatan sana bakıp ben ne yaptım diyene kadar.. O suçluluk duygusuyla hıçkıra hıçkıra kahrolana kadar..
İki gün sonra öğrenebildik ateş halsizlik ve kabızlığının sebebini, sen anal kanal fistülü olmuştun, kıçındaki yara feci iltihaplıydı ve bu iltihap ateşe yol açıyordu, biraz içerde olduğu için ilk gün farkedememişlerdi. Ve farkedilmediği için genel enfeksiyon testi yapıldığında o melun o beni kahreden suçluluk duygusuyla yerden yere vuran habere ulaşmıştık, oysa sebebi orada değil başka yerde, kıçında aramalıydık.

Doktorun anlattı uzun uzun evden kapma olasılığının neden düşük olduğunu. Dinledim. Ancak hala ikna olmuş değilim, ki inan bana olmayı çok istedim, hala benim sebep olduğum düşüncesi var aklımda. Ve bu tip durumlarda yoğun şekilde hissettiğim hal geliyor yine, geçmişe, o ana dönme isteğim geliyor.. Gideyim o güne ve seni evinden evimizden hiç çıkarmayayım istiyorum, olmuyor.. İşte bu yüzden sevgili okuyan, her verdiğimiz kararın ne olduğuna hep dikkat etmek lazım, verilen o kararların değişmesi zaman ve çaba gerektiriyor çünkü..

Olan oldu.. her ne ise ve her nasılsa sen bu virüsü kaptın, taşıyıcısın şu anda. Bunda bi sıkıntı yok hayatının sonuna kadar taşıyıcı olarak yaşama ihtimalin yüksek, istatistikler söylüyor bunu... Ayrıca 3 yaş üstü olduğun için de şanslıyız, üç yaştan sonra mutasyon daha nadir görünüyor tabi yine istatistiki olarak.. Kefir yemeye başladık beraber, her gün reiki yapıyorum sana, her gün konuşuyorum seninle, mavi mavi bakıp dinliyorsun beni, sen beni dinledikçe daha çok anlatıyorum sana.. Bol bol özür diliyorum senden af diliyorum.. bakıyorsun bana evet der gibi gözlerini kısıyorsun. Bilmem belki de ben görmek istediğimi görüyorum.. insan bunca sevdiği birine bunca zarar verebilirmiş demek, bunu da öğreniyorum ve itiraf edeyim çok ağır bu, ağır bir yük.. Bunu da çözeceğiz bununla da barışacağız elbet.

Artık senin yanında ağlamıyorum, ben ağladığımda sen de kötü oluyorsun bunu farkettiğimden beri yanında ağlamıyorum... gülüşüyoruz seninle..

Bunları yazdığım şu gün de tedavin hala devam ediyor, her geçen gün daha iyiye gidiyorsun. Kıçın oldukça yaralı, yalamayasın diye kafana şu huni gibi olan plastiklerden taktık, hiç hoşlanmadın bundan, mavi gözlerinde kızgınlık vardı ama bu da geçecek..

Hepsi geçecek sen yine anahtarın sesini duyduğun an kapıya koşacaksın ben yere çömelip seni kucağıma alacağım. Seveceğiz birbirimizi her gün her gün yeniden hep olduğu gibi..


Atlatacağız bunu inançtan öte biliyorum.. 





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

GİTME Bİ YERE Tanıştığımızda yazın ilk ayıydı. Küçük bir odada kalorifer peteğinin önünde masmavi bakıyordun bana.         ...