19 Aralık 2012 Çarşamba


KENDİNİ TANIMAK ÜZERİNE...

                                                               Sen kendin tüm evrendeki herkes kadar,
                                               Kendi sevgi ve şefkatini hakediyorsun.
                                               Buddha                              
Hırsla sigarandan bir nefes çekiyor, gözlerin uzakta kendi kendine söylenircesine “bunun intikamını alacağım, bu onun yanına kar kalmayacak” diyorsun.  O kadar kinlenmişsin ki, geçmişsin öfkeyi, nefrete, kine, alacağın intikamın hırsına dönüşmüşsün. Verseler sana onu o anda, bir kaşık suda boğmak neymiş göstereceksin el aleme. Sigarını içindeki tüm hırsla içtiğinden kısacık sürede bitiriyorsun ve o an ne yaptığını bilmediğinden hemen ardından ikinciyi yakıyorsun. Oysa sen iki sigarayı asla üst üste içemezdin. Niye ben diyorsun, niye ben, niye yaşıyorum bunları?
Sahi neden yaşıyorsun bu delici kini, nefreti, hırsı? Neden hep seni buluyor bu insanlar, olaylar?
Kişi kişinin aynasıdır derler. Yani sen tüm duygu düşünce deneyimlerin ile her ne isen, karşındakinde de onları buluyorsun. Başkalarında en çok eleştirdiğin, beğenmediğin, söylendiğin ne varsa,  bir bak bakalım sende ne kadarı var? Bırak başkalarını önce kendini tanı, anla. Yeterince sevilmemek ise derdin, önce kendine dürüst ol ve kendini ne kadar sevdiğini, gerçekten ne kadar ve nasıl sevdiğini düşün. Kendini tüm varlığınla, olduğun gibi kabul ediyor ve seviyor musun? Saygı görmemekse üzüntün, kendi öz varlığına ne kadar saygı duyduğunu düşün. Saygın olmayı hak edip etmediğini düşün, sence sen saygıyı hak ediyor musun? Aldatılıyorsan eğer, kendine verdiğin değeri ölç önce, sen kendi gözünde ne kadar değerlisin? Değerli olmayı hak ettiğini düşünüyor musun? Kendine hangi konularda yalan söylediğini, hangi gerçeklerinden kaçmaya çalıştığını görmeye anlamaya çalış lütfen. Para ise sorunun, parayı düşün ve ona hangi anlamları yüklediğini bul, zenginlik ne demek senin için, paralı, çok para sahibi olmak ne demek? Çok para kazanmayı kendine hak görüyor musun? Şefkat ise aradığın, kendine ne kadar şefkatli davranıyorsun? Düşünsene,  nefret, nefret ile kin, kin ile yok edilir mi sence? İntikam olsa idi çaresi, bunca intikam peşinde koşan insan yine mutsuz dolaşır mıydı?
Ancak kendini iyice anladıktan sonra, bakmalısın etrafına. En yakınından en uzağına kadar ailem, sosyal çevrem dediğin herkesi içine alan o kocaman çemberi getir gözünün önüne. İnsanlara nasıl davrandığını, onlara nasıl seslendiğini gör. Dışardan ve içerden söylediğin cümlelerini işit, düşüncelerini duygularını yeniden hisset... En son kime içten bir gülücük attın? En son kimdi içten teşekkür ettiğin? En son kimden içten özrünü diledin?  Kime şefkatle yaklaştın? En son kimin derdini fil kulağınla dinledin, çare bulmaya çalıştın? Sence, sen vefalı biri misin? Yapılan iyilikleri görüyor, gerekeni gereğince yapıyor musun? Affedebiliyor musun? Olanı olduğu gibi kabul edip affedebiliyor musun? Kendini affedebiliyor musun?
Sen kime nasıl davranıyorsun aynı davranışları göreceğinden emin ol.
Elbette bu anlattığım yaşamdaki büyük derslerimizden biri sadece. Biri ama en önemlilerinden biri. Ve bu konu yoluna girdiğinde yaşamının farkedilir şekilde değişeceğini de bil. Bu değişim senin için muhteşem bir başlangıç olabilir. Muhteşem başlangıcını yapmak üzere önce kendine olan sevgini, saygını, şefkatini düşünmeye ne dersin?

12 Aralık 2012 Çarşamba


GEÇMİŞ VE GELECEK

                                                                  Ben gelecek hakkında ilgileniyorum,
                                                                 çünkü hayatımın geri kalanını orada yaşayacağım.

                                                                 Charles Kettering
                                                                                                                            
Güneşli bir günde sevdiğin kafede oturmuş sevdiğin kahveni yudumlarken yan masadan gelen sese takıldı kulakların. Ses, kısacık zamanda önce kulaklarını sonra tüm bedenini esir aldı, dikkatini o masaya verdin çünkü bahsi geçen konu sana çok yakın gelmişti. Farkında bile olmadan tüm dikkatinle dinliyorsun şimdi tanımadığın insanları... zaten orada, o an konu, o insanlar değil. Konuya o kadar verdin ki kendini, kahven elinde soğumaya başladı bile. Yan masadaki genç adam ile genç kadın tartışıyor ve konu başka insanlara karşı nasıl davranılması gerektiği ile ilgili. Erkek sürekli kadını eleştiriyor kadın da can havliyle kendini anlatmaya çalışıyor. Sen o kafeden kalktın ve iki yıl öncesine gittin, kendi evinde salondaki koyu yeşil koltuklarında oturmuş sevgilinle tartışıyorsun. Ortak bir arkadaşınıza yakın  davrandığın için sevgilin kızıyor sana, sen ise gereksiz kıskançlık yaptığını söylüyorsun. Küçücük bir konudan kocaman bir kavgaya geliyorsun. Sen orada, evinde iken, kafedeki bedenin de kasılmaya sinirlenmeye başlıyor, iki yıl önce kurulan cümlelere şimdi kafedeki halinle cevaplar veriyorsun zihninde. Bazı cümlelerin söylenmiş olanlar bazıları ise söylenmesi gerektiğini düşündüklerin. Canın sıkılıyor ve bırakıyorsun kahveni masaya, işte keyfin kaçtı bile, ne diye yan masayı dinleyeceğim diye uğraştın ki?
Neler yaşadığına, o an zihninde, beyninde, ruhunda neler olduğuna bakalım şimdi.
Beyin son derece karmaşık bir o kadar da mükemmel olan yanımız. Sen yaşamın boyunca hem sürüngen beynini, hem duygusal beynini hem de görsel beynini kullanıyorsun. Sürüngen beynin oldukça yaşlı, 250 milyon yıl kadardır seninle. Seni tehlikeler, saldırılar karşısında korumakla görevlidir ve sana “kaç ya da savaş” der. Duygusal beynin ise duygularını kontrol eder, bu beyin de seninle 50 milyon yıldır birlikte. İkisi o kadar uzun zamandır beraberdir ki, artık çok uyumlu bir birliktelikleri vardır.  
Bir başka deyişle, duygusal beynin sürekli duygularını kontrol eder, sürüngen beynin ise fiziksel oluşumlarını. Sürüngen beynin hayatta kalma dürtüsünü desteklediğinden, duygusal inişlerinde hemen gardını alır ve seni o anlarda savunmaya veya kaçmaya yönlendirir, yani kendini tehdit altında hissettiğin her durumda bil ki, büyük ihtimal bu iki beyninin kontrolü altındasın.
Duygusal beynin oldukça ilginçtir, geçmişi bugün gibi, şimdi gibi, şu anda gibi yaşar ve sana da yaşatır. Ve yaşarken de o anın tüm duygu yoğunluğunu da beraber yaşatır. Yani sen geçmişteki herhangi bir şeyi düşünmeye başladığında, duygusal beynin olay “şimdi” oluyormuşcasına yaşar ve hisseder, işin ilginci bu hissedişe, yaşayışa bedenin de aynı şekilde karşılık verir. Maalesef hatırlanan konuların çoğu da negatiftir, üzen kızdıran, ağlatan öfkelendiren konulardır. Hal böyle iken her canını sıkan mevzuyu düşündüğünde kendine neler yaptığına bak lütfen. Senin her hatırlayışını, sürüngen beynin saldırı olarak algılar. “Savaş veya kaç” diyen sürüngen beynin ile duygularını yöneten duygusal beynin birlikte hareket eder ve sen tekrar tekrar kızarsın, üzülürsün. Zihininde geçmişte olan veya hiç olmayan ama keşke deseydim dediğin cümleleri kurarsın. Sen kızarsın, bedenin kasılır, ruhun daralır vs. vs. vs. Hele bir de o vakitleri düşünüp şimdilerde bir karar almaya çalışıyorsan vay haline. Bil ki çok büyük ihtimal ile sonrasında seni memnun etmeyen kararlar alacaksın...
Peki ne yapmalı, ne yapmalı da kendini korumalı? Öyle ya hangimizin, zaman zaman da olsa, düşündüğümüzde bizi kötü hissettiren anıları yoktur ki?
Yazının başında beynin 3 lü yapısından bahsetmiştik, ikisinden kısaca bahsettik şimdi işin sırrı olan kurtarıcı olan üçüncü bölümden bahsetmek zamanı. Görsel beynin diğer iki beynine göre oldukça genç, sadece 2 milyon yıldır seninle birlikte, dolayısıyla onu diğer iki beynin kadar etkin kullanmıyorsun henüz. Etkin kullanman diyorum çünkü görsel beynin ancak özenin ve ilgin ile gelişir ve geliştikçe seni de değiştirir, dönüştürür.
Sürüngen ve duygusal beynin, önceden ulaşılan sonuçlar tarafından düzenlenir. Dolayısıyla benzer olay ve durumlar karşısında benzer kararlar alır, tavırlar gösterirsin. Oysa görsel beynini çalıştırdığında, geçmişten ve şu andan uzaklaşır ve tamamen geleceğe odaklanırsın. Dolayısıyla geleceğin ile ilgili olarak son derece güçlü fikirlerle desteklenebilirsin. O anda olan nedir biliyor musun? Görsel beyninde eski inançların, kalıpların, seni memnun etmeyen sonuçların, bugününü desteklemeyen kararların yoktur! Sadece yeni fikirlerin, yepyeni düşüncelerin, olasılıkların vardır ve en güzeli bunlar sonsuzdur. Yaratıcı kısmın budur, yeni yaşamın burada başlar. Ve bu senin yaşam yolunda en büyük taraftarın, en güçlü yoldaşındır.
Görsel beynini etkin kılmak istediğinde, öz değerlerin ile bağlantılı resimler çizmeye çalış. O resimde yaşa. Bunun içinde geniş odaklı düşün ve olumlu seçeneklerine odaklan.
 Unutma lütfen, görsel beynini bir başka deyişle görüntü merkezli içsel sistemini geliştirmemen durumunda, ilkel bir biçimde duygusal, alışkanlığa dayalı ve anın detaylarında kaybolmaya meyilli eski bilinç alışkanlıklarını kullanmaya devam edersin. Tekrar tekrar aynı ya da benzer olayları yaşar durusun... Son derece keyifli başlayan kahve faslından da, neden bile olduğunu anlayamadan sıkıntıyla somurtmaya geçersin.
Geçmiş yerine geleceğe odaklanmaya, geleceğindeki olumlu seçeneklere odaklanmaya, geleceğini yeniden yazmaya ne dersin? Küçük bir sır daha, hayallerine engel olan tek şey geçmiş alışkanlıklarından ve ulaştığın sonuçlarından kalma “şüphe”dir. Hayalinden şüphe etme, acaba deme lütfen. Her şüphe seni hayalinden biraz daha uzaklaştırır çünkü...

8 Aralık 2012 Cumartesi

KEŞKE...

Farkında mısın, bugünün aklı ve bilinci ile geçmişi yargılıyorsun. Geçmişindeki şartlarını, durumunu en önemlisi de zamanın yaşattığı tecrübelerini yok sayarak ne çok diyorsun “keşke” diye. Keşke oraya gitmeseydim, keşke o cümleyi demeseydim, keşke o anda sussaydım, keşke o gün gitseydim, keşke keşke keşke...
İyi de o keşkeleri derken en başta kendine haksızlık etmiyor musun? O zamanki sen bugünkü sen olsa idin söyler miydin pişmanlık duyduğun sözleri ya da yapar mıydın ah vah dediğin şeyleri? Var mıydı o vakitte şimdiki tecrüben, bilgin, birikimin? “Geçmiş geçmişte kaldı” sözü ne güzeldir. Geçmiş geçmişte kaldı doğru, artık o zamana yapacak birşey yok, hem yapmak da gerekir mi ki? Bir düşün, o keşkeler olmasa idi bugünkü sen çıkar mıydı ortaya? Seni sen yapan iyisiyle kötüsüyle -ki aslında kötü de yok- tüm geçmişin, tüm bugününe getirdiklerin değil mi? Geçmişe yanmaktan, geçmişi yargılamaktan o kadar yorgun düşüyorsun ki, asıl önemli olan bugününe olan yansımalarını kaçırıyorsun.  Dur ve düşün lütfen geçmişinin bugüne yansımaları nedir? O yaşadığın keşkeli olaylar senin bugününe ne kattı? Neleri farkettin o günden bugüne dek? Yoksa hala orada mısın? Kaç yıl öncesindesin?
Oysa ne çok zenginsin, sen de farkında mısın bunun? Para pul şan şöhret değil kastettiğim. Bir bak yaşam heybene, neler koymuşsun oraya? Nelere gözün gibi bakmışsın, neleri saklamış, biriktirmişsin. Kaç yaşında olursan ol, bir bak neler var heybende? Gözyaşımı gördün, lütfen olayın kendisini bırak, ilgili kişi ya da kişilere kızmayı öfkelenmeyi bırak, önemli olan bunlar değil. Çer-çöp ile uğraşırken aslı kaçırma lütfen. Baktığında, bu farkındalıkla yeniden baktığında, aslı görebiliyor musun? Orada anlaman, öğrenmen gereken neydi? Düşünsene neden aynı ya da benzer olayları tekrar tekrar yaşarız? Belki mekan değişir belki kişi ama asıl aynıdır. Kıskançlıksa konun “asıl” odur, kimi nerede nasıl kıskandığın değil. Kıskanmanın altındaki sendir mesele. Y a da kayıpsa yaşadıkların, terketmek ya da terkedilmek ise, bırak eskileri, neden bunları yaşadığını düşün, hayat sana terketme ile kayıp ile neyi hatırlatmaya çalışıyor? Ya da bir kazanıyor bir kaybediyorsan kazanan kendinle kaybeden kendini bir karşılaştır ve  farkı gör hangisi sana daha yakın?
Ve tüm bunları tek tek incelediğinde, adam akıllı zaman ayırdığında kendine, zenginliğini görebiliyor musun? Ne kadar özel ne kadar sen olduğunu görebiliyor musun? Bir de bundan sonrası var elbette. Her yeni güne merhaba dediğinde kimbilir o heybeye daha neler girecek...
Öfkeleri, kızgınlıkları, kırgınlıkları, nefreti, kini, üzüntüleri  alma yeni sabahına, alıp kendine kötü davranma... Bunca zaman hırpaladığın ruhunu, o küçük sevimli çocuğu sevmek zamanı gelmedi mi artık? Heybendeki kötüleri –ki aslında kötü yok- çıkarıp, olayların özüne, en derinine inmeye çalış. Neden olmuştu onlar, sana hatırlatılmak istenen neydi?
Keşke deme artık, iyi ki oldu olan herşey. Oldu ki öğrendin ya da öğrenme yolunda adım attın. İyi ki oldu olan herşey, ki bugünkü muhteşem sen çıktın ortaya. Sadece görmeye çalış. Neyi neden yaşadığını görmeye, anlamaya çalış... Zenginliğinin farkında yepyeni bir sabaha uyanmaya ne dersin? 

23 Kasım 2012 Cuma


ÖĞRENCİLER İÇİN KOÇLUK

En önemli dönemlerimizden biridir 5 ila 25 yaş arası. Neredeyse tamamı öğrenime ayrılmıştır. Üstelik bu dönemde kişiliğimizi ve kimliklerimizi oluştururuz. Çoğu kimliğimiz ve bir çok kişilik özelliğimiz bu dönemde şekillenir. Mevcut eğitim sistemimiz daha çok öğretime ayrıldığı için de gerçek kimliklerimiz, yeteneklerimiz, isteklerimiz, amaçlarımız, hedeflerimiz geri planda kalır. Günümüz her yaş öğrencisi bu ikilem içinde gidip geliyor, ikilimin sonucu da hem öğrenciye hem de ailesine stres olarak geri dönüyor. Yani öğrencilerin hem bu bahsedilenlerin farkında olması hem de sosyal kişiliklerinin gelişmesi için, farklı destekleyici çalışmaların içinde olması son derece önemlidir.
Öğrenciliği bitirip hayata atılan birçok kişi bile net hedeflerini koyamazken, belirlese bile eylem adımlarını oluşturamazken, öğrenciler için bu durum çok daha zor ve karmaşıktır.
Kişinin motivasyonunu oluşturmada, hedeflerini belirlemede ve o hedefleri gerçekleştirebilmek için gerekli eylem adımlarında, gelecek vizyonlarını oluşturmada aile ve okulun yanısıra başka bir yol arkadaşına daha ihtiyaçları olabilir.
Öğrenci,  yol arkadaşı ile yaptığı çalışmada kendi temsil sistemlerini, çalışma yöntemlerini, özgüvenini, becerilerini optimum dengede keşfeder. Üstelik yeniden ve yeniden süren ve kişiye çok keyif veren bir keşif sürecidir bu.
Koç, öğrenci arkadaşına yol arkadaşlığı yaparken, bir kaç seansı da öğrencinin ailesine ayırır. Okul devam ediyorken, ailelerin destek, davranış ve tutumu da son derece önemlidir çünkü.
Önce kendini tanımaktan geçer hayat. Öğrenci performans koçluğu da, öğrencinin en iyi versiyonunu ortaya çıkarmakta en faydalı yöntemlerden biridir.

19 Kasım 2012 Pazartesi


 

ÖZGÜVEN BİLDİRGESİ

 

Sizin kendi hakkınızda ne düşündüğünüz, başkalarının sizin hakkında ne düşündüğünden çok daha önemlidir.
                                                           Seneca

Özgüven bildirgesini ilk okuduğumda çok etkilenmiş ve bir insan kendini eğrisiyle doğrusuyla ancak bu kadar tarif edebilir demiştim. Özgüven, sizin kendinizi değerlendirmenizdir. Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğü ya da ne hissettiği değil, sizin kendinize dair düşünce ve duygularınızdır. Dolayısıyla sizin yaşam oyununda kendinizi hangi rolde gördüğünüzdür. Özgüven bildirgesi hazırlamanın, kişinin kendini aynada nasıl gördüğü kadar o aynada yaşama nasıl baktığını da gösterdiğini düşünürüm.

Kişinin, kendi mükemmel potansiyelini ortaya çıkarabileceğini gösteren, buna dair güvenini anlatan en güzel metinlerden biridir özgüven bildirgesi.

NLP (Neuro Linguistic Programming)’yi ortaya çıkaran Richard Bandler ve John Grinder’e  çalışmaları ile esin kaynağı olan Virginia Satir, özgüven bildirgesini ilk kaleme alan kişi. Virginia Satir’in, özgüven, değişim ve aile terapisi uzerine psikoloji dünyasına büyük katkıları olmuştur. Bana en yakın gelen karakteristik özelliği ise “temelde kötü bile olan her davranışın aslında iyi bir niyetten doğduğuna” yönelik inancıdır. Ki bu inanç, Erickson Çözüm Odaklı Koçluğun da beş ana prensibinden biridir.


 
 Virginia Satir

Buyrunuz okuyunuz Satir’in bildirgesini...
Sonrasında...
Kendi Özgüven Bildirgenizi yazmaya ne dersiniz?
Bakın bakalım kendinizi nasıl görüyorsunuz?
Yaşam yolunda kendinizi nasıl ifade ediyorsunuz?


ÖZGÜVEN BİLDİRİMİM


BEN KENDİMİM


Tüm dünyada benim gibi hiç kimse yok.Bazı yönleri bana benzeyenler var, fakat kimse tam olarak tüm yönleriyle benim gibi değil, dolayısıyla bende varlık bulan her şey sadece bana özgü,çünkü ben onları tek başıma seçtim.
Benimle ilgili her şey benim;
Vücudum, ve onu oluşturan her şey;
Zihnim ve onu oluşturan tüm düşünce ve fikirler;
Gözlerim, ve onun ifade ettiği tüm görüntüler;
Duygularım, ve onlar her neyseöfke, neşe, kaygı, sevgi, hayal kırıklıkları, heyecan;
Ağzım, ve onlardan çıkan her sözcük
Nazik, yumuşak ya da kaba, doğru ya da yanlış;
Sesim, yüksek ya da alçak,
Ve tüm davranışlarım, başkalarına ya da kendime karşı.
Kendi fantazilerim, rüyalarım, umutlarım, korkularım.Tüm zafer ve başarılarım benim, tıpkı tüm hatalarım gibi.Çünkü beni oluşturan tüm parçalar benim. Ben kendimle tamamen yüzleşebilirimve böyle yaparak beni oluşturan tüm parçaları sevip,onlarla dost olup, dostça yaşayabilirim.Ve böylece benim için en önemli şeylere ulaşmak üzere, bir bütün olarak amaçlarımı gerçekleştirebilirim.
Kendi kendimi şaşırtan bazı yönlerim olduğunu biliyorum.Ve bilmediğim başka yönlerim de var. Fakat kendimle dost olduğum ve kendimi sevdiğim sürece,beni şaşırtan bu yönlerin üzerine cesaret ve umutla gidip, kendimle ilgili daha pek çok şey bulabileceğimi biliyorum.
İnsanlara nasıl görünürsem görüneyim, ne söylersem, ne yaparsam yapayım,herhangi bir anda ne düşünürsem, ne hissedersem hissedeyim, hepsi de benim.
Bu bana özgü.
Zamanın o noktasında nerde olduğumun bir ifadesi. Ne yaptığıma, nasıl düşündüğüme, ne hissettiğime baktığımda, bazı yönlerim uyumsuz olabilir.Ve ben bu uymayan yönleri çıkarıp,uyduğuna emin olduklarımla yola devam edebilirim.Çıkardıklarımın yerine yeni şeyler yaratabilirim.Görebilir, duyabilir, hissedebilir,düşünebilir, söyleyebilir ve yapabilirim.
Benim dışımdaki dünyada, insanlara bir düzen yaratabilecek, ilişkileri anlamlı kılabilecek, üretken ve onlara yakın olabilecek,gerekirse dışarda hayatta kalabilecek bir birikimim var.
Kendime aitim ve böylece kendimi yeniden biçimlendirebilirim.
Ben kendimim ve bundan mutluyum.

Virginia Satir



16 Ekim 2012 Salı


KIŞA GİRERKEN                                                                            


                                                                           Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
                                                                          Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.

                                                                          
                                                                          Kanuni Sultan Süleyman


Sizlerle bugüne dek öncelikle kendimde denediğim ve çok olumlu sonuçlarını aldığım bir kaç bilgiyi paylaşmak istiyorum. Vereceğim bilgilerin bir kısmı, Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu’na aittir.  Kendisini basılı ve görsel basında muhtemelen görmüş, dinlemişsinizdir.  Ekranlarda verdiği bazı formulleri kaydettim ve denedim. Sonuçlar muhteşemdi.  Daha detaylı bilgi isterseniz, Saraçoğlu’nun  “Bitkilerdeki Sağlık Mucizesi” ve “Bitkisel Sağlık Rehberi” kitaplarını öneririm.
Sağlıkla kalınız...

Zinde olmak için
15-16 sap maydanoz, 2 yemek kaşığı limon suyu ve yarım bardak suyu blenderdan geçiriniz. Hazırladığınız bu karışımı kahvaltıdan 20 dakika kadar önce aç karnına içiniz. Bu karışımı 15 gün boyunca her sabah düzenli olarak tüketiniz. 15 günden fazla yapmayınız. Bu karışım zindelik veriyor. İkinci günün sabahında çok daha dinç çok daha zinde uyandığınızı göreceksiniz.  Vücuttaki toksinleri atarken, karaciğer yağlanmasından da koruyor.


Hatırlamak için
Bir ay boyunca bir bardak taze sıkılmış havuç suyu içtiğinizde, her şeyi çok daha kolay hatırladığınızı, unutkanlıklarınızın azaldığını göreceksiniz.

  
Enerjik olmak için
Bir bardak siyah çaya (bildiğimiz içtiğimiz demleme çay), 8-10 sap kuru karanfil atın ve 2-3 dakika bekleyin.  Benim kış başladığında vazgeçemediğim içeceklerden, çok hızlı bir şekilde enerjiyle dolduğunuzu, yorgunluğun kalmadığını göreceksiniz. Aynı karanfillerle 2-3 bardak  çay içebilirsiniz.
Hatırlatma: Günde 4 bardaktan fazla çay içmek önerilmiyor.


Sigara içenler için
Ayda bir kez, 5 gün boyunca üst üste hergün bir bağ tere otu tüketin. Salataya katmadan ot halinde yemek gerekiyor. Öğlene kadar yarısı, öğleden sonra diğer yarısı yenmeli. Bir başka önemli nokta bir ay boyunca başkaca tere otu tüketmemeniz gerekiyor. Yani bir ay boyunca sadece kürü yapacağınız 5 gün yiyebilirsiniz. Bu kür bir yandan broşlarınızı temizlerken diğer yandan idrar yollarını da temizliyor.



Öksürük krizine önlem
Üşüttüğünüzde ve öksürmeye başladığınızda bir çay kaşığı toz zerdeçal, bir çay kaşığı toz zencefil ve bir çay kaşığı balı karıştırıp yutunuz. Kabul ediyorum tadı korkunç, bal biraz tatlandırmak için zaten, ama kış aylarında zaman zaman başvurduğum formullerdendir ve etkilidir. Çok sık almayınız, günde bir kez bu karışım yeterli oluyor.

                                 


Sakinleşmek için
İşyerinizde, evinizde mutlaka papatya çayı bulundurmanızı öneririm. Günde bir fincan papatya çayı günü daha sakin geçirmenize kesinlikle fayda sağlar.
                                     


Bitki çayları
Hazır poşet çay kullanmamaya özen gösteriyorum ve bir yerlerden doğal otlara hep ulaşıyorum J Ihlamur, kiraz sapı, adaçayı, yaprak yeşil çay ve zahter kış akşamları tükettiklerimden. Bazen demliğe limon dilimleri, elma kabukları da atıyorum. Hem içimi daha keyifli oluyor hem de çok daha iyi geldiğini hissediyorum.






Ben yazdıklarımın bir kısmını doktoruma danışmış ve olumlu cevap almıştım. Bunda kronik bir rahatsızlığımın olmaması da etkendi. Verdiğim tariflerin fiziksel bedenime çok iyi geldiğini gözlemliyorum ve uygulamaya devam ediyorum.
Ancak sizlerden tereddüt edenlerin, özellikle kronik rahatsızlığı olanların  doktorlarına danışmalarını tavsiye ederim..


ERİL VE DİŞİL ENERJİ NEDİR?

                       
Eril enerji sadece erkeği, dişil enerji de sadece kadını anlatmaz. Hepimiz dişi ve erkek enerjilerini içgüdüsel olarak içimizde taşırız. Ama çoğunlukla bunun farkında bile olmayız. İstediklerimizin, eylemlerimizin hangisinin dişi, hangisinin eril enerjiden geldiğini bilemeyiz. Yazının başında da söylediğim gibi beden tipleriyle ilişkilendirerek bu enerjileri değerlendirmek ya da algılamak bizi bu kavramları anlamaya götürmez.
Biliyorsunuz her zaman dengeyi konuşuyoruz. Yaşamımızın özünün, her zaman dengede olmaktan geçtiğinden bahsediyoruz. Davranışsal olarak tek bir tarafı temsil ettiğimizi düşünsek de, yani erkeklerin eril ile kadınların dişil ile anlatılması gibi, tek başına bu yeterli değildir. Bu enerjilerin birbirleri ile uyum içinde etkileşmelerini geliştirmemiz yani bir başka deyişle dengede kalması gereklidir. Doğu felsefeleri, Yin (kadınsı-alıcı), Yang  (erkek-aktif) adı ile evrendeki tüm enerjinin bu iki güçten meydana geldiğini söylemişlerdir. Yani biri diğerinden ayrı olmazdı, her ikisi beraber varlığın dünyada ki tezahürüdür.
Öncelikle ‘yin-yang’ kavramını açıklamak gerekiyor. Bu kavramı çoğumuz “iki karşıt kutup” olarak anladık, çünkü batı toplumları bu şekilde daha kolay anlardı. Neden mi dersiniz? Çünkü çoğumuz kutupsal bilince sahibiz, insanoğlu ilginç bir şekilde çelişkileri literatürüne çok daha kolay alıyor.. Oysa ying-yang karşıtlığı değil, birliği temsil etmektedir.


Eril ve dişil enerji detayına geçmeden önce bu kısmı iyi anlamamız gerekiyor. Her şeyin birbirinden ayrılamaz iki karşıt kutbu vardir. "Yin" kutbu ve "Yang" kutbu. Nerede ki yin ve yang kutuplaşması olur, orada hareket doğar ve süreklidir. İşte bu da yukarda bahsettiğim birliği doğurur. Yani biri olmadan diğerinin varlığı hareketi doğurmaya, yaratmaya yetmez. Ve birinin içinde daima diğeri de vardır. Gecenin içinde aydınlık ve sıcağın; gündüzün içinde soğuk ve gölgelerin bulunması; dişi görünümün içinde erkek, erkek görünümün içinde dişi olması; her sorunun, çözümü; sevginin, nefreti; eylemsizliğin, eylemi; savunmanın, saldırıyı barındırması gibi... Yin-yang işaretinin içindeki küçük karşıt renkli daireler de bu özelliği anlatır.
Yin, dişi enerjiyi temsil eder, Yang ise eril enerjiyi. Yin bedenin alt kısmında yuvalanmıştır. Yang ise bedenin üst kısmında durur. Bu yüzden eril enerji, zihinsel gücü, savaşçılığı, konuşmayı temsil eder. Eril enerji nüfuz edicidir. Dişi ise alıcıdir. Yumuşaktir. Yin enerji soğuktur. Isınması yavaş olur ve uzun sürer. Eril enerji ise sıcaktır ve çabucak alev alır.
Eril ve dişil enerjiye girmişken, her iki enerjinin etkileri ile yaşam içerisinde neyi nasıl ve neden yaptığımıza da bakalım;

Eril Enerji; sıcaktır, hareketi ve olayları başlatandır. İlk adımı atan, inisiyatif ve sorumluluk alan, tepkinin doğmasına yol açan, kendine güvenen, cesur, harekete geçebilen, meraklı, araştıran, olayları, ilişkileri başlatan, kendini ortaya koyabilen taraftır.
Sol beyni idare eden eril enerji, “an”a odaklanmak yerine sürekli sorgulamalarla ‘farkındalık’ bilincini kaçırır. İşte bu sol beyin kısıtlaması yüzünden, hayatın anlamı gibi koca bir kısmı kaçırıyoruz.

Eril enerjisi baskın olan kişiler, daha muhalif tiplerdir. Çoğu şeye karşı çıkarlar, güç odaklıdırlar, suçu hep başkalarında ararlar, katılardır, evet demekte zorlanırlar, bencildirler, değişimleri zaman ister, sevgiyi zayıflık olarak görürler. Doğrusal, analitik, stratejik ve pratiktir. Eril enerji kısıtlandığı vakit, epey sarsak ve agresiftir.
Kısaca Eril enerjinin en büyük özelliği bizi harekete geçiren tarafımız olmasıdır. Kadın ya da erkek olun, hareket eden enerjiniz sizin eril yanınızdır.  
Dişil Enerji; soğuktur, etkiye tepki gösterendir. Takip eden, savunan, güvenliğini düşünen, telaşsız, adım atmadan önce düşünen, edilgen, uyum sağlayan, fedakar, durağan, kolay inanan, harekete geçebilmek için dışarıdan motivasyona ihtiyaç duyan, izleyen, gözleyendir.
Sağ beyine yönelmiş olan dişi enerji duygusal, sezgisel ve ilham doludur. Yaratıcı, özgürlüğe düşkün yönümüzdür. Tutku, tat ve his deneyimi, eylem ve sanattır. Dişil enerji, ölçüsüz olasılıkların, evreni içten etkileyen yaratıcı enerjinin kaynağıdır. Bilge ve en derin tarafımızdır.
Dişil enerjisi baskın olan kişiler daha uyumludurlar. Kendisinden çok başkaları için yaşarlar fedakar ve anlayışlıdırlar, güçten kaçarlar, sevgi odaklıdırlar, hep kendilerini suçlarlar, kendilerine güvenmezler, değişimleri kolaydır, hayır diyemezler, vericidirler.
Her şeyi yapabilir ve her yere gidebilir. Ama plana sadık kalamama gibi sorunu vardır.
Kısıtlanmışsa eğer, akışından çıkıp, duygusal ve ruhsal açıdan çöküntü yaşayabilir. Yaratıcılık allak bullak olur ve ortaya karman çorman bir şey çıkar.
Hepimizin içinde hem eril hem de dişil enerji var. Tıpkı fiziksel bedenlerimizde, kadınlarda testosteron, erkeklerde östrojen hormonu olduğu gibi... Bir yazara kitabınının ilhamını dişi tarafı verirken, eril tarafı harekete geçerek o ilhamı kelimelere döker. Sözün özü her ikiside beşer yaşamlarımızın olmazsa olmazıdır. Hem eril hem de dişil enerjilerimizi farketmek, her ikisinin de güçlü yönlerini beslemek, yaşam içinde çok daha kolay yol almamızı sağlayacaktır.
Dengede kalmak, dengeli olmak önemlidir dedik, her iki enerjinin de aşırı ucu hem kişiye hem bütünlüğe zarar verir. Bu nedenle iki ucunda dengede olması gerekir. Yani kadın ve erkek herkesin kendini dengede hissetmesi için, yapması gereken ilk şeylerden biri kendi içindeki dişil ve eril enerjiyi yani yin yang’ı dengeye* getirmesidir. Biri iyi diğeri kötü değildir, biri diğerine üstün değildir, biri diğerini tamamlar, tamlık ve bütünlük yin ve yang’ın dengeye gelmesi ile olur. Aslolan dengedir. Dengeye gelebilmek için de öncelikle farketmek, ardından farkedilenleri eyleme geçirerek farkındalığa dönüştürmektir.

*Denge için yin yang yogası yapabilirsiniz, son derece etkili olup, aynı gün bile etkilerini farkedebilirsiniz.

24 Eylül 2012 Pazartesi

DEĞERLER

KÜÇÜK BİR ÖYKÜ

11 yaşındaydı ve New Hampshire gölünün ortasındaki adadaki evlerinde ne zaman eline bir fırsat geçse hemen balığa giderdi.
Levrek avı yasağının kalkmasından bir gün önce, babasıyla akşamın ilk saatlerinde küçük güneş balıklarından yakaladı. Sonra oltasına yem takıp, oltayı fırlatma talimi yaptı. Yem suya değdiği zaman gün batımında suda altın haleleler oluşturmuş, daha sonra gölün üzerinde ay doğmuştu. Oltasının hızla çekildiğini hissedince, oltaya büyük bir balık geldiğini anladı. Babası oğlunun balığı çekişini hayranlıkla izledi. Çocuk sonunda yorgun düşen balığı sudan çıkardı. Bu o güne kadar gördüğü en büyük balıktı bir Levrek ve maalesef av yasağı henüz bitmemişti.
Levrek o güne dek gördüğü en büyük balıktı, pulları ay ışığında ışıl ışıl parlıyordu. Babası saatine baktı henüz 2 saat vardı yasağın bitmesine. Önce balığa, sonra oğluna baktı.
‘Suya geri bırakman gerekiyor, oğlum,’ dedi.
‘Baba!’ diye itiraz etti çocuk ağlamaklı bir sesle.
‘Başka balıklar da var,’ dedi babası.
‘Ama hiçbiri bunun kadar büyük değil!’ dedi çocuk.
Göle şöyle bir göz attı. Gölde hiçbir balıkçı teknesi yoktu. Babasının yüzüne baktı bu kez. Kendilerini hiç kimsenin görmemiş olmasına, kimsenin de balığı yakaladıklarını bilmesinin olanaksız olmasına karşın, babasının sesinden bu konuda hiçbir ödün vermeyeceğini anlamıştı.
Oltanın ucunu balığın ağzından çekti ve balığı gölün karanlık sularına bıraktı. Balık suya düşer düşmez, şöyle bir çırpındı ve gözden kayboldu. Çocuk bir daha bu kadar büyük bir balık tutamayacağından emindi…
Bu olay bundan tam 34 yıl önce oldu. Bugün o çocuk New York City’nin ünlü mimarlarındandır.
Babasının küçük evi hâlâ o adadadır.Oğlunu ve kızlarını hâlâ o adadaki küçük eve balık tutmaya götürür.
Çocuk haklıydı. Bir daha o kadar büyük bir balık tutamadı. Fakat ‘değerler’ konusunda bir ikilem yaşadığı zaman hep o balığı gözünün önüne getirir.


DEĞERLER

“Koçluğun kalbi” derim değer çalışmasına... Çoğu kez bir kaç seans (görüşme) geçmesi gerekir “değer”lere gelmek için...

Bizler, kendimiz için yaşamda gerçekten neyin önemli olduğunu düşünmeye başladığımızda kendi içimize döneriz. Kendi içimize döndüğümüz, kendi özümüze baktığımız anlar gelişimimiz için bizi motive eden en kıymetli anlardan biridir...

Kendi içimize “Benim için bu yaşamda gerçekten önemli olan nedir”, “ben kimim”,  “bu benim için neden önemli”  diye sormaya başladığımız an, kendimizi yeniden ve yeniden keşfettiğimiz andır. Bu yolculuk bizleri değerlerimize götürür. Değerler, kişiden kişiye, zamana göre değişen kavramlardır. Herşey gibi zaman içerisinde değerlerimizde değişebilir. Zaten bu soruların cevapları ile birlikte çoğu kez değişim de başlar. Değişim bilinçli olarak da başlayabilir, zamana olaylara bağlı olarak da gelişebilir. Bazende istenir ama nasıl başlanılacağına karar verilemez. Her nasıl olursa Koç, bu süreçte müşterisine destek olur cevaplarını bulabilmesi için... Bu yolculukta feneri müşterisinin eline vermez ama müşterisinin yolunu bulabilmesi için yoluna fener tutar, aydınlatır.

Değer konusuna biraz daha girelim daha net anlaşılabilmesi için. Değerler bir anlamda doğrularımızdır, yaşamdaki pusulamızdır. Bizim için neyin doğru olup olmadığına bu pusula ile yön veririz. Her kişinin her bir değeri için özgün anlamları vardır. Kişinin kendi değerleri, onun bireysel özünü temsil eder. Değer edinmeye bir yaşından itibaren başarız. Ailemizden, arkadaşlarımızdan, okuldan, yaşadığımız ülkenin coğrafyasından, kültüründen, ekonomik durumundan, dinden, iş hayatından hatta medyadan ediniriz değerleri... Yaşamın çok büyük bir çoğunluğu ilişki yönetimine dayanır. İletişim kurarken, her türlü ilişkiyi kurarken değerlerimize hitap edilmesi bizlerin motivasyonunu arttırır, tatminini güçlendirir. Değerler yaşamımızda o kadar büyük bir alana sahiptir ki günlük hayatımızdan varlığımızın derinliğine kadar uzanır.

Önemle bilmemiz gereken; değerlerin kim olduğumuzu anlatmasıdır, şu an kim olduğumuzu anlatmasıdır. Olmak istediğimiz ya da olmamız gerekeni değil... Değerleri, istek, heves, zorunluluk, dilek vs. gibi kavramlarla da karıştırmamak gerekir. Yeri gelmişken küçük bir pratik vereyim sizlere; gün içerisinde hangi kelimelere vurgu yaptığınıza, sizin için hangilerinin belirleyici kelime olduğuna, hangilerine “bam teli”, “olmazsa olmaz” gibi tanımlamalar yaptığınıza, bunları nasıl bir beden dili ve ses tonu ile söylediğinize dikkat edin... Not alın ve baştan aşağıya bakın listenize bunların hangileri değerleriniz, hangileri inançlarınız, hangileri ilkeleriniz?

Birileri görmediği zaman da değerlerinize uygun davranıyor musunuz yani gölde kimse yokken de balığı suya bırakır mısınız? Veya sonunda bir bedel ödeyeceğinizi bile bile değerlerinizden vaz geçer misiniz, bir daha böylesine büyük ve parlak bir balık tutamama olasılığına karşın yine de o balığı suya bırakır mıydınız?

Fırsatlardan yararlanmak değil, doğru olanı yapmak, değerler doğrultusunda yaşamaktır önemli olan. Ve bunun içinde değerlerinizi, özdeğerlerinizi bilmek anlamak durumundasınızdır. Ki yaşamdan istediğinizi alabilin..
Düşünsenize torunlarınıza övünerek anlatacağınız kaç anınız olacak?


BEYNİN YAPISI VE KOÇLUK İLİŞKİSİ

                                    Sağ beyin kutsal bir armağan,
                                   sol beyin ise sadık bir hizmetçidir.
                                   Einstein


İnsan beyninden yola çıkılarak bilgisayar gibi muhteşem bir sistemin oluşturulması sağlanmışken neden çoğumuz sonsuz potansiyelinin hala farkında değil?

Bilgisayarların mantık ve matematik işlemlerini yapabildiği günümüzde bunlardan çok daha önemli bir özellik çıkıyor karşımıza; üretken zeka, üretken düşünce... Bir kişiyi hem bir makinadan hem de de diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerden biri... ne demek üretkenlik veya yaratacılık? Hayal gücü, yeni fikirler oluşturma, orjinal fikirler bulma insan beyninin üretkenliğini, yaratıcılığını ortaya koyar. Bilgi çağına girdiğimizi, bilgi çağında yaşadığımızı sık sık okuyor, duyuyor, görüyorsunuzdur. İşte bilgiye uçulan bu çağda, üretken zekaya, hayal gücüne ve esnekliğe sahip insanların isteklerine ulaşması çok daha muhtemeldir.

 Mevcut eğitim sistemimiz bunu ortaya çıkarmak bir yana, bizleri sadece beynimizin sol yarıküresine yani mantığın, sistematik ve analitik düşünmenin çalıştığı tarafa yönlendirir. Yazı ve sayılara, ölçme değerlendirme ve eleştirmeye de bu yarıküremizle ulaşırız. Oysa sağ yarıkürenin devreye sokulması insana aynı zamanda duyusal keskinlik kazandırır, insana hedefini sürekli ve canlı tutma motivasyonu verir.
Aslında bizler çocukluğumuzda beynimizin her iki yarısını da kullanıyorduk ancak mantık ve ezbere dayanan eğitim sistemi ile birlikte yetişkinlikte sol yarıküremizi daha çok kullanır olduk. Oysa  hayâl gücü ve hafıza gibi sağ beyin fonksiyonlarına da çok ihtiyacımız var .
Beynin, farklı fonksiyonlara sahip iki lobu olduğu keşfedilen günümüzde, eğitim sistemi hâlâ sadece beynin mantık, matematik, analiz, konuşma, yazma, listeleme gibi fonksiyonları olan sol lobunu kullanmaya maalesef devam ediliyor. Gelişmiş bazı ülkelerde bu sistemin değiştiği, değiştirilmeye çalışıldığı gözleniyor ancak henüz yaygınlaştırma aşamasına geçilemedi.
Gelişen bilimin ışığında, mantık ağırlıklı sol lobla beraber, hayâl gücü, renk, şekil, ritim, bütünü görme gibi fonksiyonları olan sezgisel, üretken sağ lob da kullanılsa, insanların üretkenlik potansiyellerinin kat kat artacağı aşikâr. Zaten ideal olanı her iki yarıküremizi de kullanabilmek.
Kısaca, sağ yarıküre bütünselliğimizi, sol yarıküre ise bireyselliğimizi fısıldar. Bu beşer dünyada her ikisi de gereklidir. Bu öyle birşeydir ki 1 sol lob+1 sağ lob = 2 beyin demek değildir, çok daha fazlasıdır. Çok daha fazla bir potansiyelin su yüzüne çıkması, yaşama karışmasıdır..
Okullarında bu bilgileri de işleyen Koçluk sistemi, görüşmelerde müşterisini dinler, genellikle önceleri sol lob konuşur. Koç, odağını müşterisinin sağ lobuna da verir. Müşterisini de sorduğu sorular ve kullandığı tekniklerle sağ lobuna odaklar. Çünkü aslolan geçmiş değil şu an ve gelecektir. Geleceği oluşturabilmektir. Görüşmeler yani seanslar boyunca da, kişi içindeki muhteşem potansiyelin farkına varır. Sağ yarıküremiz fotografik olduğu ve bütünsel öğrendiği için gelecek vizyonlarını bu tarafta oluşturur. Bir başka deyişle, sağ beyin soyut kavramlara, yaratıcılığa daha yatkın çalıştığı için Koç, müşterisini daha çok bu alanda tutar ve vizyonunu oluşturmasına yardım eder.

Tüm bu yazılanların ışığında beynimizin işleyiş fonksiyonunu anlayabilmek için küçük bir test yapmaya ne dersiniz?

Aşağıda yer alan kelimelere bakın ve renkleri yüksek sesle söyleyin lütfen... Unutmayın yapmanız gereken renkleri söylemek, kelimeleri okumak değil J

SARI                    MAVİ                  MOR
BEYAZ                SİYAH                 MAVİ
PEMBE               YEŞİL                  GRİ

Zorlanıyorsanız, sağ ve sol beyin çakışması yaşıyorsunuz demektir. Yani sağ beyniniz rengi söylemeye çalışırken, sol beyniniz otomatik olarak yazıyı okumaya çalışıyor.

GİTME Bİ YERE Tanıştığımızda yazın ilk ayıydı. Küçük bir odada kalorifer peteğinin önünde masmavi bakıyordun bana.         ...