20 Kasım 2015 Cuma



ZAMAN


Zaman kelime anlamı olarak iki hareket arasında geçen süreye deniyor.

Kuantum teorisine göre, insanoğlunun sık sık kullandığı geçmiş ya da gelecek zamanlar yok, sadece şu an var, şimdi var. Ve “şu an”da hem gelecek hem de geçmiş diye tanımlanan süreler “aynı anda” var.

İnsanevladı, zamanı lineer düşünüyor yani düz bir çizgi gibi, o yüzden de “dün” “bugün” “yarın” gibi zaman dilimleri icat etmiş. Geçmiş dediği zaman diliminde çoğu kez pişmanlıklar kızgınlıklar gelecek dediği zaman dilimine de endişe kaygı ve bazen de umut yüklemiş. Gelecek korkusu diye bir şey var bir kere, zaten bu kaygıyla büyütülmüyor muyuz çoğumuz? Son yapılan araştırmalar diyor ki; dün bugün yarın yok sadece şu an var, o yüzden olan her şey aynı anda oluyor. Şimdi bu durumda şu soru çıkıyor; zaman gerçek mi yoksa zihnin yarattığı bir şey mi? 

Aslında başta bilimadamları özellikle Newton zamanın herkes için aynı olduğunu ve geçmişten geleceğe aktığını söylemiş, yani düz bir çizgi gibi tanımlamış. Ancak Einstein görelilik yasası ile buna hayır demiş, zaman insandan insana değişir. Mesela demiş, bir adam güzel bir kızla geçirdiği bir saati bir dakika gibi görebilir, aynı adamı kızgın bir fırına bir dakika oturtun o bir dakika bir saat gibi gelir. Doğru mu doğru J

Evet dönelim sorumuza zaman gerçek mi yoksa zihnin bir oyunu mu? Bana soracak olursan, zaman sadece bir isim, tanım. Herşey de olduğu gibi onu da nasıl anlamak algılamak istiyor isek, öyle anlıyor algılıyoruz. Önemli olan an, şu an, şimdi.

Kuantum fiziği konusunda son yapılan bilimsel bilimsel çalışmalar, bizlerin anladığı anlamda birçok zamanın aynı anda var olduğunu yani tüm yaşamların beraber aynı anda olduğunu söylüyor. Bu şekilde düşündüğümüzde belki zaman bir çizgi gibi değil de bir küre gibi algılanabilir, küreyi düşündüğünde öncesi sonrası olmadığını farkedeceksin. Düşünsene ben şu an bu yazıyı 21:52 de yazıyorken Londra’daki kuzenimle konuşsam saatin 19:52 olduğunu söyleyecek. Hangimizin saati doğru?

Bir süredir, "insan için en kıymetli şey ne olabilir" diye sorup diyorum. Sonra hedef kitleyi küçültüp kendime dönüyorum “benim için hayattaki en kıymetli şey ne?”. Zaman cevabına geliyorum hep. Para, araba, ev, statü, terfi, mevki makam, çocuk, eş vs. vs... hepsi hayatımızda ve çoğu kez daha fazlası için çabalarımız... Bağımlılıklarımız çok, sadeleşeceğimize bol bol kalabalıklaşıyoruz. Ve fakat zaman... Bunların çok dışında çok ötesinde, hem çok anlam yüklediğimiz hem hiç farkına varmadığımız. Ardından koştuğumuz, içindeyken anlamadığımız, hakkını vermediğimiz... hem bağımlı olmadığımız, hem de sıkı sıkıya bağlı olduğumuzu sandığımız... Bu biraz da 7/24 ü nasıl yönettiğimize bağlı.

Zaman konusunu düşünmek gerek sanırım. Sende “hayatın kıymetlisi zamandır” diyorsan... Eğer bunu düşünüyor ve yüksek sesle dile getiriyorsan.... Bir gününü nasıl geçirdiğinin farkına varmanı öneririm. Her bir dakikanın farkına vararak yaşamanı... O dakikalarda kendine ne kadar nasıl vakit ayırdığını... hayatındakilere ne kadar nasıl vakit ayırdığını... düşün... Öyle birlikte geçirilen kısacık zamanlar için söylenen “kaliteli zaman” laflarına oldum olası inanmadım. Misal yeğenimi görmeye gidiyorum topu topu birbuçuk günüm var, oynuyoruz boğuşuyoruz, geziyoruz parka gidiyoruz. Uyanma ile uyuma arasında ne varsa yapılacak herşeyi yapıyoruz. Şimdi bu birbuçuk gün kaliteli geçti öyle mi? Hiç sanmıyorum... Onun sessizce oturmuş elindeki oyuncak kamyonunu tamir etmesini saatlerce izleyebilir ve bundan müthiş keyif alabilirim. Daha yavaş geçirebilirim onunla tüm yaşanılanları, sindire sindire, keyfini çıkara çıkara... ağır çekim kamerasında yaşamak nasıl olurdu acaba?

Zaman, sadece olmak için geldiğimize dönüşmeye yarayan bir an bence...

Gerisi teferruat...






Depresyondayım dedi.

Nereden anladın dedim.

Sürekli bi kaçasım sürekli bi gidesim var dedi.

Durdum... 

Yolu gördüm...

Aklıma geldin/m...

bi gülsene dedim

olmaz dedi

niye dedim

beni besleyen gider belki de ölür dedi

Durdum..

Yolu gördüm...

Akılma geldin/m...

HADİ Bİ GÜLSENE


Sektörde kurumsallığı ile ünlü bir yerde çalışan arkadaşımdan dinlediklerim ilginçti. Kendisi de yönetici pozisyonda olan arkadaşıma, bir üst yöneticisi çok güldüğünü, gülmemesi gerektiğini çünkü işlerinin ciddiyet isteyen bir iş olduğunu söyleyerek, davranışlarına dikkat etmesini istemiş. 

Doğrusunu istersen konunun nereden çıktığı ve ne olduğu hiç çekmedi ilgimi. Benim burada merak ettiğim, ciddiyetin asık suratın çok matah birşeymiş gibi sunulması... ve gülmenin gülümsemenin günah keçisi yapılması, hafiflik sayılması...

Umberto Eco’nun “Gül’ün Adı”’nı izlemiş ya da okumuş muydun? Zamanının ünlü manastırında, rahipler ölür peşpeşe, neden öldürüldüklerini bulmak için de, bir yaşlı bir tıfıl olmak üzere iki rahip gelir olay yerine. Olanlar, onları daha doğrusu yaşlı deneyimli ve zeki rahibi bir kitaba götürür. Kitabın sayfaları zehirlidir, gizli kitaba ulaşabilen merak edip okuyan, sayfalara dokunan rahipler peşpeşe ölmüştür. Manastırın en yaşlı ve sözü dinlenen aksi, bağnaz rahibi ile bizim dedektif rahip arasında ilginç bir diyalog geçer

-       Neden bu kitabı böylesine saklıyorsun?

-        Din, mizah ile gülmek ile açıklanamaz. İnsanlar bunu okursa dinden vazgeçer.

-        Gülmek neden bu kadar kötü olsun? İnsanlar mutlu olarak da inançlı olabilir.

-        Olamaz! İnanç korku gerektirir, korku olursa şeytan olur, şeytan olursa Tanrı’ya ihtiyaç olur. Gülen insan korkmaz, korku olmazsa inanç da olmaz. Din için inanç, inanç içinse korku şarttır. İşte bu yüzden bu kitap yok edilmeli!

Tarih boyunca gülmek sadece dinde değil yaşamın hemen her alanında ayıp sayılmış, hafiflik diye görülmüş, insanoğluna da öyle öğretilmiş. Bizim eski Türk filmelerindeki kötü kadın karakterlerinin şuh kahkahalarını hatırlasana. Bir tane hanımefendi başrol oyuncusunu öyle kahkaha atarken duyamazsın, duyacak gibi olsan da narin eliyle kapatır açılmış ağzını. Eski Türk filmi diyorum ya değişmemişiz de pek. Baksana sene olmuş 2015 gülme diyor patron.

Peki Ülkemizde hiç kahkaha atan politikacı gördün mü? Şarkı söyleyen, zıplayarak yürüyen? Deli derler adama değil mi? Oysa İngiltere’nin efsanevi prensesi niye o kadar çok sevilmişti hatırlıyor musun? Bazen mahzun bazen de muzip gülümsemesi ile. Gelini de onun yolundan gidiyor ve İngiltere halkı onu da çok seviyor. Eskinin temsilcisi Kraliçe ise mesafeli ve soğuk. Bence insanlar artık yeni zamanda, asık suratla bezenmiş ciddiyet görmek istemiyor. Dudakların aşağıya doğru değil yukarı kıvrılmış hali daha makbul.

Gülmenin gülümsemenin, bir çok olumsuzluğun panzehiri olduğunu da düşünüyorum ve insan doğasına çok iyi geldiğini. Gülmenin iyileştirdiğini, tedavi ettiğini, gençleştirdiğini düşünüyorum. Kanser hastalarına neden sürekli aman mutlu ol deniyor? Patronun dediği gibi matah birşey olsa idi ciddiyet, tüm kanser hastaları öncelikle ciddiyete davet edilirdi sanırım.

Umbero Eco, gülmeyi inancın karşıtı olarak ifade etmiş. Ben ise gülmeyi yaşamın kaynaklarından biri olarak görüyorum. Yaşamın temel taşlarından biri mutlu olmak, mutlu olan yerde de gülmeler olur, kahkahalar patlar. Ve bunun ciddiyetle hiç ilgisi yoktur. Gülümserken de ciddi olabilirsin illa ciddi olacağım diye tutturduysan. Gülümsemek sıcaklıktır, içtenliktir. Gülen gözlerin ışıltısını başka hiç birşeyde göremezsin. Ve gülmek bulaşıcıdır. Sen güldüğünde, karşındaki de gülmeye başlar, mutluluk artar.

Ha gülelim gülümseyelim derken, mahallenin delisi gibi her önüne gelene otuziki diş göster demiyorum elbet. İçinden geliyorsa gül demek istediğim. Sabah bindiğin taksinin şoförüne gülümseyerek günaydın de mesela, bakkalın çırağına gülümseyerek nasılsın de olmaz mı? İş yerinde birlikte çalıştığın insanlara da gülümsemekten daha doğal ne olabilir? Yaşamının parçası olmuş bu insanlara sıcak bir gülümseme belki de o an birine çok iyi gelecek nereden biliyorsun? En ciddi toplantılarda ufak bir espirinin kime ne zararı olur? Ciddi, büyük adam rollerine girmenin alemi var mı? Çok olmak istiyorsan ol da, gül yine de ara ara. İnan bana o çok ciddiye aldığın toplantılar çok daha verimli geçecektir çünkü gülmenin olduğu yerde mutluluk hormonu vardır. Mutluluk hormonunun olduğu yerde sağlık vardır. Sağlıklı insan daha net düşünür daha çözüm odaklı olur.

Nasıl ki Dinin kaynağı korku değilse, ciddiyetin kaynağı da asık surat değil velhasıl.


Hadi bi gülsene J

GİTME Bİ YERE Tanıştığımızda yazın ilk ayıydı. Küçük bir odada kalorifer peteğinin önünde masmavi bakıyordun bana.         ...