21 Temmuz 2015 Salı


İNSAN OLMAK


Spiritüel kitaplar okuyorum, hocalardan dersler alıyorum, ders kayıtları dinliyorum, evime gelenlere veya beni her yakaladığında birileri o an ki vakit kadar anlatmaya çalışıyorum, filmler izliyorum, notlar alıyorum, uygulamalarımı yapıyorum, her daim dengede olmaya dikkat ediyorum, tanıştığım sohbet ettiğim her bir insanın ruhunu duymaya çalışıyorum, hayvanlara, bitkilere ezcümle yaşama saygılı ve sevgi dolu hissediyorum... diyordum ki... dün ne kadar üzülebileceğimi ne kadar sessiz kalabileceğimi, sessiz bir öfke duyabileceğimi de gördüm...

Tanıdığım çok kişi var yaptıklarımı yapan, yapmaya çalışan veya daha fazlasını yapan, yapabilen. Bu kadar ruh iyilik ve dengeleri ile değişimi başlatabilir diyordum kendi kendime. Uzunca bir süredir ülkemde süregelen olayları iyilikle değiştirip, sevgiye dönüştürebilir diyordum...
Dün yaşadığım isyan mıydı, şaşkınlık mı tam olarak bilemiyorum. Zaten artık olan herşeyi tanımlamaktan hoşlanmadığımı da farkettim. İnsanları tanımlamak, şehirleri tanımlamak, yaşananları tanımlamak, geçmişi tanımlamak vs... Dedim ya bu tanımlama işinden hoşlanmıyorum. İnsan insan o kadar, şehir şehir o kadar, duygu duygu o kadar...

Sosyal medyayı seviyorum, bizzat içindeyim. Bir yandan insanlığı daha fazla umutsuzluğa, sevgisizliğe itecek paylaşımlardan uzak duruyor diğer yandan bunlardan kaçamıyorum. Toplumun bir parçası olan ben, toplumsal gelişmelerden uzak duramıyorum. Mümkün değil... hani bir köpeğe yapılan eziyeti anlatmıştım bir yazıda hatırlıyor musun? O görüntüleri ilk izlediğimde gözlerimin dolmasına engel olamamıştım ve o acıları yaşatan insan adına defalarca iyi dileklerimi göndermiştim o minik köpeciğe. Nefret etmenin, beddua etmenin, kinlenmenin hiçbir faydası olmadığını çok iyi biliyorum.

Şunu da itiraf edeyim, hayvanları öldüren, eziyet eden, karısını komşusunu öldüren, trafikte cinnet geçirip levyeyi kapan, ağaçları hiç acımadan kesen, hırslarına kapılıp tozu dumana katan, ölesiye dedikodu yapan, ben ben hep ben diye çığlıklar atan, dinlemeyen, anlamayan, anlamaya çalışmayan insanları anlamaya çalışmaktan da vazgeçtim. Bu benim işim değil, ne zekam ne ruhum ne de bedenim bu eziyete katlanmak istiyor. Farkettiğimde bunları varlıklarını kabul edip, şifalanmaları için olumlamalar yapıyor iyi dileklerimi gönderiyorum.

İşte bu yüzden her baktığım görüntüde veya okuduğum her yazıda acı çeken için, sessiz gibi görünüyorum.  Oysa Bütünün küçücük parçası olarak, yapabildiğimin en iyisini yapmaya çalışıyorum.

Elbette bunları yapan sadece ben değilim benim gibi binlerce kişi var. İnsanları ayrıştıracak, kin ve öfkeye sevk edecek paylaşımlardan uzak duran, iyi ve güzel haberleri bol bol paylaşan, olumlu enerjilerin yayılması çoğalması için çaba sarfeden epeyce güzel yürekli insan var... Dengeyi, merhameti, iyiliği anlatan, yaşayan, yaşatan çok sayıda güzel insan var. Umutlandıran, sakinleştiren güzel insanlar...

Ve ben bizlerin, ruhsallığın ucundan tutmuş veya dibine kadar içine girmiş bizlerin, ülkemde olan acıları değiştirip dönüştürebileceğine inandım. Bazen oluyor gibi... Düşünüyorum da, dünkü olay da bir uyanış mutlaka, birçok kişi, ölen yaralanan herkesin “önce insan” olduğu konusunda hem fikir. Bu bile aslında büyük gelişme. Eskiden bunlar pek dile gelmezdi, herkesin bir “ama”sı vardı. Acaba diyorum, insana insan, hayvana canlı, bitkiye can diye bakmak niye biz insanoğlu için bu kadar zor? Bu kadar mı uzaklaştık doğamızdan? Ne için bu kadar bencil olduk? Bu, küçük bir çocuğun kocaman güzel bir parkta sadece ben olacağım ben oynayacağım demesi gibi birşey. Bu dünya bu gezegen hepimizin herkesin. Birinin diğerine üstünlüğü yok ki...

Dün akşam ki sessiz öfkem belki de değişimin yavaş olduğunu düşündüğümden kaynaklanıyor. Evet bir uyanış, bir farketme hali, farkettiğini dile getirme hali var. Bu işin umut veren tarafı. Diğer yandan her yeni güne kayıplarla uyanmak sessiz öfkelere ve hatta belki isyana sebep olabiliyor.
Belki de böylesi zor zamanların dengesini kurmayı, o dengeyi korumayı öğretmeye çalışıyor yaşanılanlar. Bir Buda rahibi “Nirvana’ya giden yol zor ve aşılması güçtür” demiş öğrencisine. “sadece güneşli günlerde yürüyerek ulaşamazsın oraya, fırtınayı da görmen, deneyimlemen ve olana karşı kendini konumlayabilmen dengeni koruyabilmen gerekir” demiş.

Ne yapıp edip karanlık ve aydınlık dengesini önce kurmalı ardından karanlığı ışığa dönüştürebilmeliyiz.

Dokunabildiğimiz ulaşabildiğimiz her bir varlığa iyiliği, merhameti ve sevgiyi hatırlatabilmeliyiz.


İnsan olabilmenin, sadece insanca davranabilmenin bile buralardan geçtiğini anlatabilmeliyiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

GİTME Bİ YERE Tanıştığımızda yazın ilk ayıydı. Küçük bir odada kalorifer peteğinin önünde masmavi bakıyordun bana.         ...