23 Temmuz 2015 Perşembe


BEBEK


Bir ay kadar önce teyze olacağımı öğrenmiştim. Bu sabah ise beni teyze yapacak bebişin kalbinin atmadığını...

Henüz evden çıkmamıştım, çoğu sabah olduğu gibi evimin en sevdiğim yeri olan balkonda kahvaltımı yapıyordum Hayyam ile. Telefondaki üzgün ses verdi haberi. Telefonu kapadığımda kahvaltı artık bitmişti, devam etmeyi istemedi midem, kendiliğinden doydu.

Gelmemeye karar vermişti ufaklık. Başta annesi babası olmak üzere hepimizin heyecanla beklediği, isimler bulmaya çalıştığı bebiş gitti. “Herşey olması gereken zamanda ve şekilde olur” düsturumdur benim. O yüzden ölene, gidene, olmayana bu gözle bakarım. Olanın “olması gereken” olduğuna inanırım. Bu tarafından baktığımda, bu kadarlık enerji akışına ihtiyaç duyan o güzel ruhu selamlıyorum. Kardeşimle aralarındaki anlaşmaya sadık kalarak olması gerektiği kadar vücudunda kaldı, enerjilerini paylaştılar ve vakti geldiğinde gitti.

Belki karmasını tamamlayacak o kadarlık enerjiye ihtiyacı vardı, belki kardeşimin deneyiminin önemli bir parçası olmayı seçmişti, belki kardeşimin enerjisinin yükselmesi için o kadarlık bir akışa ihtiyacı vardı... Aralarındaki anlaşma her ne ise olmuştu bu sabah. Ruhları bunun bilincinde ve anlaşmanın yerine getirilmesinin sevincindedir ama insan tarafı acı çekiyor. Doğal olarak acı çekiyor, kucağına alamadığı bebeğinin ardından gözyaşı döküyor...

Her bir kayıp, acısının yanında öğreticidir aynı zamanda, öğretir. Sakinleşildiği ilk anda olanın ne anlatmaya çalıştığını duymak gerek ruh kulağı ile. Her olanın mutlak suretle bir sebepten kaynaklandığının farkındalığı ile görmek gerek... öfkenin, kızgınlığın, suçlu aramanın faydasızlığını bilerek olanı olduğu gibi kabul edip anlamak gerek. Her zaman söylendiği gibi yine hatırlatma fayda var, her ne yaşıyorsak kendimiz yaratıyoruz. Evet en kötüsünü de en iyisini de biz yaratıyoruz. O yüzden her daim yaydığımız enerjinin, dengede olup olamadığımızın farkında olmak gerek...

Abla olarak duygularıma gelince... . İlk heyecanı hayal kırıklığına dönüşen canımın içine, nasıl yardımcı olabilirim aslına bakarsan bilmiyorum... Bu durumda ne söylenebilir ki? Hangi kelime ya da cümle şifa olabilir? En iyisi zamana bırakmak.. yoksa ne söylenirse söylensin, ne yapılırsa yapılsın acı çekeceğini biliyorum... yasını yaşaması gerekecek, doğru olanı da bu, yaşamalı yasını hüznünü... İçi acıyan, üzülen, çok üzülen ablası olarak, onun yanında olmak istedim, elini tutmak, sıkı sıkı sarılmak istedim. Ablası olarak tek bildiğim, yanında olmak istediğim... onun iyi olduğunu bilme isteğim... Güldüğünde yüzünde kaybolan ışıl ışıl gözlerinin yeniden parladığını görme isteğim...


21 Temmuz 2015 Salı


İNSAN OLMAK


Spiritüel kitaplar okuyorum, hocalardan dersler alıyorum, ders kayıtları dinliyorum, evime gelenlere veya beni her yakaladığında birileri o an ki vakit kadar anlatmaya çalışıyorum, filmler izliyorum, notlar alıyorum, uygulamalarımı yapıyorum, her daim dengede olmaya dikkat ediyorum, tanıştığım sohbet ettiğim her bir insanın ruhunu duymaya çalışıyorum, hayvanlara, bitkilere ezcümle yaşama saygılı ve sevgi dolu hissediyorum... diyordum ki... dün ne kadar üzülebileceğimi ne kadar sessiz kalabileceğimi, sessiz bir öfke duyabileceğimi de gördüm...

Tanıdığım çok kişi var yaptıklarımı yapan, yapmaya çalışan veya daha fazlasını yapan, yapabilen. Bu kadar ruh iyilik ve dengeleri ile değişimi başlatabilir diyordum kendi kendime. Uzunca bir süredir ülkemde süregelen olayları iyilikle değiştirip, sevgiye dönüştürebilir diyordum...
Dün yaşadığım isyan mıydı, şaşkınlık mı tam olarak bilemiyorum. Zaten artık olan herşeyi tanımlamaktan hoşlanmadığımı da farkettim. İnsanları tanımlamak, şehirleri tanımlamak, yaşananları tanımlamak, geçmişi tanımlamak vs... Dedim ya bu tanımlama işinden hoşlanmıyorum. İnsan insan o kadar, şehir şehir o kadar, duygu duygu o kadar...

Sosyal medyayı seviyorum, bizzat içindeyim. Bir yandan insanlığı daha fazla umutsuzluğa, sevgisizliğe itecek paylaşımlardan uzak duruyor diğer yandan bunlardan kaçamıyorum. Toplumun bir parçası olan ben, toplumsal gelişmelerden uzak duramıyorum. Mümkün değil... hani bir köpeğe yapılan eziyeti anlatmıştım bir yazıda hatırlıyor musun? O görüntüleri ilk izlediğimde gözlerimin dolmasına engel olamamıştım ve o acıları yaşatan insan adına defalarca iyi dileklerimi göndermiştim o minik köpeciğe. Nefret etmenin, beddua etmenin, kinlenmenin hiçbir faydası olmadığını çok iyi biliyorum.

Şunu da itiraf edeyim, hayvanları öldüren, eziyet eden, karısını komşusunu öldüren, trafikte cinnet geçirip levyeyi kapan, ağaçları hiç acımadan kesen, hırslarına kapılıp tozu dumana katan, ölesiye dedikodu yapan, ben ben hep ben diye çığlıklar atan, dinlemeyen, anlamayan, anlamaya çalışmayan insanları anlamaya çalışmaktan da vazgeçtim. Bu benim işim değil, ne zekam ne ruhum ne de bedenim bu eziyete katlanmak istiyor. Farkettiğimde bunları varlıklarını kabul edip, şifalanmaları için olumlamalar yapıyor iyi dileklerimi gönderiyorum.

İşte bu yüzden her baktığım görüntüde veya okuduğum her yazıda acı çeken için, sessiz gibi görünüyorum.  Oysa Bütünün küçücük parçası olarak, yapabildiğimin en iyisini yapmaya çalışıyorum.

Elbette bunları yapan sadece ben değilim benim gibi binlerce kişi var. İnsanları ayrıştıracak, kin ve öfkeye sevk edecek paylaşımlardan uzak duran, iyi ve güzel haberleri bol bol paylaşan, olumlu enerjilerin yayılması çoğalması için çaba sarfeden epeyce güzel yürekli insan var... Dengeyi, merhameti, iyiliği anlatan, yaşayan, yaşatan çok sayıda güzel insan var. Umutlandıran, sakinleştiren güzel insanlar...

Ve ben bizlerin, ruhsallığın ucundan tutmuş veya dibine kadar içine girmiş bizlerin, ülkemde olan acıları değiştirip dönüştürebileceğine inandım. Bazen oluyor gibi... Düşünüyorum da, dünkü olay da bir uyanış mutlaka, birçok kişi, ölen yaralanan herkesin “önce insan” olduğu konusunda hem fikir. Bu bile aslında büyük gelişme. Eskiden bunlar pek dile gelmezdi, herkesin bir “ama”sı vardı. Acaba diyorum, insana insan, hayvana canlı, bitkiye can diye bakmak niye biz insanoğlu için bu kadar zor? Bu kadar mı uzaklaştık doğamızdan? Ne için bu kadar bencil olduk? Bu, küçük bir çocuğun kocaman güzel bir parkta sadece ben olacağım ben oynayacağım demesi gibi birşey. Bu dünya bu gezegen hepimizin herkesin. Birinin diğerine üstünlüğü yok ki...

Dün akşam ki sessiz öfkem belki de değişimin yavaş olduğunu düşündüğümden kaynaklanıyor. Evet bir uyanış, bir farketme hali, farkettiğini dile getirme hali var. Bu işin umut veren tarafı. Diğer yandan her yeni güne kayıplarla uyanmak sessiz öfkelere ve hatta belki isyana sebep olabiliyor.
Belki de böylesi zor zamanların dengesini kurmayı, o dengeyi korumayı öğretmeye çalışıyor yaşanılanlar. Bir Buda rahibi “Nirvana’ya giden yol zor ve aşılması güçtür” demiş öğrencisine. “sadece güneşli günlerde yürüyerek ulaşamazsın oraya, fırtınayı da görmen, deneyimlemen ve olana karşı kendini konumlayabilmen dengeni koruyabilmen gerekir” demiş.

Ne yapıp edip karanlık ve aydınlık dengesini önce kurmalı ardından karanlığı ışığa dönüştürebilmeliyiz.

Dokunabildiğimiz ulaşabildiğimiz her bir varlığa iyiliği, merhameti ve sevgiyi hatırlatabilmeliyiz.


İnsan olabilmenin, sadece insanca davranabilmenin bile buralardan geçtiğini anlatabilmeliyiz.

1 Temmuz 2015 Çarşamba


GÖKTE NE VARSA


Bugün dolunay ya... bugün Jüpiter Venüs’e kavuştu ya...  bi de Uranüs uzaktan uzaktan göz kırpıyor ya... Birçoğumuzda bi enerji patlaması sorma gitsin. Boşuna dememiş kadim bilgeler “gökte ne varsa yeryüzünde de aynısı olur” diye.

Astrologlar böylesi zamanlar için tüm kapılar açılır diyor, isteyin olsun, ol de olsun diyorlar. Öyle güçlü enerjiler dolaşıyor anlayacağın. Şimdi bunu okuduğunda ya dudak büküyorsun hadi canım diye ya da hadi ya olur mu olur diyorsun. Ve o anda da seçimini yapıyorsun zaten. Her daim olduğu gibi.
Bir yandan bulunduğu alanının dışına çıkmak istemeyen insanoğlu diğer yandan onu da isterim bunu da isterim diye tutturmuş gidiyor. Her seçim bir vazgeçiş olduğuna göre, olmasını istediğin şeylerin yaşamına girmesiyle birlikte ödeyeceğin bedele de hazır mısın? Ki bu bedel lafı korkutmasın seni, bedel her zaman kan revan içinde kalmak demek değildir, öğrendiklerini yaşama aktarmaktır çoğu kez.

Dediğim gibi her seçim bir vazgeçiştir, yeni seçiminle birlikte bıraktıklarını gönül rahatlığı ile, görevlerini yerine getirdiklerinin ve artık bırakman gerektiğinin anlayışı ve kavrayışı ile bırakabilecek misin? Dur hemen her ilişkini, işini, aileni vs. hayatında olan herşeyi bu gözle inceleme. İncelemen gerekenler zaten gündemindedir, ötesine geçmene gerek yok.

Bugün bir arkadaşım “zorunlu olduğum için çalışıyorum” dedi, son derece mutsuz bir ifade ile. “e o halde, mutlu olma olasılığın olan yeni işini bulmak için neler yapıyorsun” dedim. Cevap hiçbirşey idi. Bahsettiğim konforlu alan bu işte. Mevcut işi epey uzun zamandır çalıştığı bir yer, nerden ne geleceğini az çok kestirebiliyor, sosyal hakları, çalışma düzeni belli. İşte konfor alanı bu bilinirlilik. Yeni iş, hem mutlu olma olasılığını barındırıyor hem de yeni gelebilecek golleri. E denemeden nereden bileceksin. Montaigine “nereye gideceğini bilmeyen gemiye hiçbir rüzgar yardım edemez” demiş, e doğru da demiş hani. Arkadaşımın durumu özetle budur, mutsuzum zorunluluktan çalışıyorum. Eee bunun değişmesi için ne yapıyorsun demezler mi adama?

Bir diğer örnek anlatayım sana. Bahsedeceğim kişiyi neredeyse otuz yıldır tanıyorum, . Yaşım ilerleyipte onunla ilişkiler konusunda konuşabilecek hale geldiğime karar verdiğinden beri eşinden şikayet eder, huysuzluğundan, ilgisizliğinden, özensizliğinden, aldatmasından, artık dayanamayacağından ama çocukları için dayandığından vs... Neden kendine yeni bir yaşam kurmayı denemiyorsun neden kendine sevme sevilme şansı vermiyorsun dediğimde e çocuklar için diyor e bu yaştan sonra ne yapayım diyor. Benim nazarımda söylenenlerin tamamı kendini ikna etmek için söylediği içi bomboş sözler. O da konfor alanından ayrılmak istemiyor özünde, şikayet ettiği herşey bildiği şeyler, süpriz yok, bi şekilde bir dil de tutturmuşlar aralarında, saygıdan sevgiden vazgeçerek sürdürüp gidiyorlar evliliklerini. Ama iş şikayet etmeye gelince en çok bu insanların sesini duyarsın sürekli anlatan ama harekete geçmeyen.

Senin de vardır çevrende bu örneklerden. Belki de bizzat sen yaşıyorsundur bu ve benzeri hikayeleri.

Ya sevip söyleyemeyenler, aşklarını itiraf edemeyenler? Bekleyip duranlar, neyi beklediklerini bilmeden? Hani bir reklam var ya “ seviyorsan ara bence” diyor. Aynen katılıyorum, ara elbette. Ne kaybedersin ki arayarak, sorarak, onu sevdiğini söyleyerek? En fazla sana o hissi duymuyordur.. e ne olur ki duymuyorsa en azından olmayacağını bilirsin, hayatına yeni alanlar açabilirsin. Biliyorsun artık, boşluk olmayınca yenisi gelmiyor.

Bugün dolunay ya... bugün Jüpiter Venüs’e kavuştu ya...  bi de Uranüs uzaktan uzaktan göz kırpıyor ya... hadi kendine bir iyilik yap ve kendine zaman ayır. Hayatında neler değişmeli, neler devam etmeli, nereleri iyileştirmelisin bir bak. Hiç değilse enerjisi yüksek bugünde yap, geçmişse zaman okuduğun andır doğru olan, okuduğun zaman yap.


Unutma yaşadığın hayatı sen yaratıyorsun. Özlemlerinde, hüzünlerinde, sevgilerinde senin yansıman. 

GİTME Bİ YERE Tanıştığımızda yazın ilk ayıydı. Küçük bir odada kalorifer peteğinin önünde masmavi bakıyordun bana.         ...