28 Ekim 2014 Salı



CENGİZ ABİM


Masasında oturuyorum Onur Bey’in. Dökülmüş saçları hafif toplu yanakları ile güleç yüzlü bir doktor. Kahve içelim mi diyor masasından bana doğru hafif eğilerek. Kahve mi bayılırım diyorum. Bir terslik var farkındayım, annem de doktor da gülümsemeye çalışıyor, ben bekliyorum.

Kahveler geliyor koyu sıcak ve şekersiz, tam sevdiğim gibi. Daha ilk yudumlarımızı almıştık ki “biliyorsun patoloji sonuçlarını bekliyorduk, geldi” diyor, ses çıkarmadan dinliyorum. Gülümsüyor ama biraz da üzülüyor sanki. “Birkaç sonuç çıkmış ama aslında hepsi aynı yere gidiyor. Sana konulan teşhis kanser” diyor. Sessizlik... Aradan 15 yıl geçmişken o ana dek bugün hatırladığım tek şey sessizlik ve vücudumda ki tanımayamadığım hissizlik... “Ölüyor muyum” diye sordum ilk aklıma gelen buydu, 25 yaşında hayatı henüz yeterince tecrübe etmemiş biri olarak...

İlk ameliyatı olduktan bir hafta sonra tanıştım Cengiz abim ile. Karşı komşumuzdu aslında ancak daha önce hiç karşılaşmamıştık. Salonda, annemin benim için hazırladığı yatakta yatıyor iken kapı çaldı ve içeriye gelen bazı sesler duydum. Bir erkek sesi, “kızınızın rahatsızlığını eşimden duydum çok üzüldüm, keşke daha önce haberim olsaydı belki faydalı olabilirdim” diyor. Yardım mı? Neye nasıl yardımcı olacak acaba? Daha fazlasını duyamıyorum ta ki annemin “tabi buyrun lütfen” deyişini duyana kadar. İçeriye giren sarışın, mavi gözlü, hafif kilolu adamı görünce yerimden doğruluyor ve oturur pozisyona geçiyorum yatağın içinde. Merhaba geçmiş olsun diyor ve karşımdaki koltuğa oturuyor. Hikayesini anlatmaya başlıyor. Ben diyor biyoenerji yapıyorum, çok faydalı oluyor, sana da uygulamak isterim. Ameliyattan önce haberim olsaydı belki küçülebilirdi kitle diyor. Şaşkın dinliyorum. O ana dek, biyoenerji, enerji, reiki vs. Hiçbir şey duymamıştım, duyan anlatan veya uygulayan birine rastlamamıştım. Doktorların ancak cerrahi müdahale ile alabildikleri kitleyi bu adam nasıl küçültecekti? Hoş, artık küçülecek bir kitle de kalmamıştı.

İlk seansa hatırladığım kadarı ile o gün başladık. 15 dakika kadar sürdü, ben sırt üstü yine yatağımda yatıyordum, Cengiz abim ise elleriyle bedenimi süpürür gibi hareketler yapıyordu. İçimden dua ediyordum, “Allahım bu iyi birşey ise gelsin yok kötü bir şey ise geldiği gibi gitsin”. Hiçbir fikrim yoktu yapılanlar hakkında ya da sonrasında ne hissedeceğim konusunda. 7 gün boyunca 15 er dakikalık seanslar yaptı, başta hiçbir şey anlamadım, farketmedim. Sonra... Sonra doktorumun bir ayda ancak kalkar dediği kolum, on günün sonunda tam olarak açıldığında ve psikolojik olarak da ruhsal olarak da kendimi çok daha iyi çok daha güçlü hissettiğimde anladım bana ne kadar iyi birşey yapıldığını. Şey diyordum çünkü hala ne olduğunu bilmiyordum...

İşte benim enerji ile, spirütalizm ile, ruh ile tanışmamı sağlayan kişidir Cengiz Abim. O günden sonra arkadaş olduk. Çok konuda bilgiye sahip, çok okuyan, çok dinleyen, yazan, kitapları olan biriydi. Sadece ruhsallık üzerine sohbetlerimiz olmazdı, siyaset, ekonomi, tarih, yaşam, insanlık üzerine de konuşurduk. Çok şey öğrendiğim yol arkadaşlarımın başında gelenlerdendir Cengiz Abim. 

Kendimdeki iyileşmeleri gördükçe merak saldım, okudum, araştırdım ve önce Reiki ile sonra Kaia ile arada bir yerde de koçluk ile tanıştım. NLP dersleri aldım, şamanik seanslardan homeopatiye, meleklerle iletişimden EFT’ye kadar merak ettiğim birçok konuda ya dersler aldım ya seanslar. Sonra uygulayıcı oldum, eşime dostuma isteyen ya da ihtiyacı olan herkese uygulamalar yaptım yapıyorum. Ruhsal anlamda önceye göre geliştim, hala gelişiyorum, öğreniyorum ve bunların başlangı hep Cengiz Abimdir. Bu yüzden, hayatıma kattıklarından ve ilerlememe vesile olmasından dolayı benim için çok özeldir, çok kıymetlidir.

Ve Cengiz abimi kaybettik. Öldü. Ruhu artık burada değil... Gitti...

Bir süredir rahatsızdı, çok kilo almıştı, kalp ve tansiyon için tedavi oluyordu... ve belki bilmediğim başka hastalıkları da vardı... Ara ara ziyaret ederdim, en büyük keyfimiz sohbet esnasında türk kahvesi ile içtiğimiz sigaraydı. İkimize de yasaktı sigara ama yasağı delmek çocukça bir keyif verirdi her ikimize de... En az onun kadar sevdiğim eşi Tülay ablam hem bize kızar hem kahvelerimizi yapardı. Dünyalar güzeli dünyalar iyisi Tülay ablam... Anlattığım tanışıklık on beş yıla yayılmış bir hikayedir, bu on beş yıl içinde benimde hayatımda çok şey oldu Aldemir ailesininde... bazen sık görüşürdük bazen aralıklı... ama hep haberdardık birbirimizden...

Ve ben aylardır gitmemişken Ankara’ya, geçtiğimiz hafta sonu gitmişken ve henüz sabah iken annem verdi haberi, Cengiz Bey’i kaybetmişiz dedi... Önce bir durdum, sadece sessizlikti duyduğum, sonra ilk görüşüm, seanslar ve sohbetler geldi gözümün önüne... gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı ki kolay kolay ağlayamayanlardanım... Sonra banyoya gittim, ağladım, ağladım, teşekkür ettim ruhuna... ve o günden beri neredeyse her gün, her aklıma geldiğinde teşekkür ediyorum o güzel ruhuna, bana öğrettikleri, hayatıma kattıkları için.

Ölüm... O gün banyoda ağlarken anladım ki aslında ölüme ağlamıyoruz, hele ölümün bir son olmadığını benim gibi düşünenlerdenseniz...Ağlıyoruz, gideni bir daha göremeyeceğimiz, bir daha sesini duyamayacağımız için, fiziksel yokluğu için. Yakınlarını kaybedenlerden hep duyduğum “gidişine alıştım da yokluğunun yarattığı özleme alışamıyorum” cümlesini sanırım artık anlayabiliyorum... Tanrı Tülay ablamın ve oğullarının yardımcısı olsun...

Yaşadığım Kanserin en büyük kazandıklarından biridir Cengiz Abim ve öğrettikleri. Nur içinde yat Cengiz Abim, yolun ışık olsun. Sen bu gezegende bu yaşamında iyi bir adam olarak var oldun, çok insana dokundun, şifa oldun,  abi oldun. Sana yapılan tüm haksızlıkları gülümseyerek anlatma becerisi gösterdin. Yılmadın, kitaplar yazdın, anlattın... Dilerim bu yaşamdaki tüm görevlerini tamamlayıp gitmişsindir. Umarım orada da mutlusundur. Nur içinde yat Cengiz Abim, yolun ışık olsun...

Bir gün görüşmek üzere...



15 Ekim 2014 Çarşamba



HAYYAM


Yine korkuyla hiç tanımadığım birinin yanına sokuluyorum ve az ilerdeki sokak köpeğini göstererek “köpekten korkuyorum, yanından birlikte geçebilir miyiz” diyorum. Kimbilir bu cümleyi kaç kere, kaç tanımadığım kişiye söyledim. Ya da özellikle yaz akşamüstleri başlayan ve keyifli olacağını düşündüğüm kaç akşamım masaya gelen kedilerle kabusa döndü.

Hayatı biz kendimize zorlaştıyoruz aslında. Ben bu deli korkuları yaşarken ne kaldırımda yatan köpeğin ilgi alanındaydım ne de masama gelen kedinin umurunda. Onlar kendi yaşam bölgelerinde varlıklarını sürdürürken karşılaşıyorduk sadece. Onlar yaşamlarına kaldıkları yerden devam ederken ben gerçekliği olmayan bir korkuyu büyütüp tüm hücrelerime yayıyordum. Korkudan titrediğimi ve hatta bir keresinde hüngür sümük ağladığımı bilirim...

Sonra yavaş yavaş bu korkumu aşmak istediğimi, hayvanlara dokunabilmeyi, hep anlatılan o sevgiyi yaşamayı istediğimi farkettim. Bu nasıl ne zaman oldu tam olarak bilmiyorum. Bildiğim artık bu korkuyu hayatımdan çıkarmak istediğimdi. Ve sistem her zaman ki gibi o kadar mükemmel bir şekilde sesimi duydu ki...

Nasıl mı? Ben bu korkudan kurtulmaya niyet etmeye başladığımdan itibaren hayatıma yeni giren kişilerin neredeyse tamamının ya kedisi vardı ya köpeği. Ve yeni arkadaşlarımla görüştükçe, onları evlerinde ziyaret ettikçe kedilerle de köpeklerle de ister istemez aynı odayı paylaştım. Önceleri dertop olmuş bir şekilde koltuğa yapışırken sonraları bacaklarımı yere uzatmaya başladım. Sonra biraz daha rahat etmeye başladım. Sonra dokunmaya başladım. Bu anlattıklarım bir günde olmadı, hepsi bir süre aldı.

Hala tedirgindim, yanıma çok sokulduklarında kaskatı kesiliyordum. Ya da sohbetin en heyecanlı yerinde aniden bir havlama duyduğumda tüm algım oraya kayıyordu. Ama hakkımı da yemeyeyim eskiye göre oldukça yol almıştım. Yeterli miydi? Hayır çünkü hala korku duygusunu atamamıştım.
Anladım ki bir adım daha ileriye gitmeliyim ve evlat edinmeliyim. Evet evlat edinmek diyorum çünkü artık biliyorum ki evimize aldığımız her can aslında yol arkadaşlarımızdan, yoldaşlarımızdan biri. O zamanlar henüz bunun farkında olmadığım için eşime dostuma “ben hayvan sahibi olmak istiyorum” dedim ve bebek bir kedi ya da köpekten haberleri olduğunda bana söylemelerini istedim. Pet shoplardan satın almaya her zaman karşıydım, hiç bir zaman tasvip etmediğim bir şey olduğundan oralara bakmayı aklımın ucundan dahi geçirmedim.

Sonra araştırma dönemi geldi, köpek dedim ama araştırdıkça ve köpeklerin ihtiyaçlarını öğrendikçe anladım ki yalnız yaşayan, çalışan ben bunun altından layıkıyla kalkamayabilirim. Gelene yazık olacaktı bana da vicdan azabı. Sonra kedi dünyasını keşfettim, araştırdıkça okudukça sevdim. Benim gibi yalnız yaşayan çalışan kişilere daha uygun olduğunu gördüm ve o sırada bir haber geldi. Istanbul’daki birinin kedisi doğum yapacaktı. Birkaç ay vardı doğuma ve şimdiden yuva aranıyordu doğacak bebişlere. Birini ben alırım dedim, o sıralarda Ankara’da yaşıyorum, gelir alırım dedim.

Doğdular, beş dünya güzeli siyam yavrusu. İlk videolarını izlediğimde kahkahalarla güldüm, ne oyuncuydu bunlar böyle. Sonra başka videoları geldi ve o görüntülerde birini sebepsiz yere sevdim, içimden bu olsun benim arkadaşım dedim... onu seçtiğimi sahibine de söylemiştim. Beklenen haber nihayet geldi, artık yavruları alabilirdik. Hamile bir annenin doğmamış çocuğuna alışveriş yapması gibi ben de Istanbullu bebişe kum kabı, taşıma sepeti, su ve mama kapları, oyuncak, ped, fırça vs. aldım büyük bir heyecanla.

Arkadaşımla Ankara’dan yola çıktık, gidiyorum almaya yüreğim pır pır. Heyecanlıydım, korkularım yine vardı ama olmazsa onu sahibine yeniden veririm düşüncesi hiç geçmedi aklımdan. Bunu hiç düşünmedim, benim tek derdim acaba ne kadar süre sonra gerçekten birbirimize tam olarak alışır ve benimserdik?  

Eve vardık, Göztepe’de giriş katı bir daireydi. İçeriye girdim, “anne baba balkonda yavrular odada” dedi ev sahibi. “Seçtiğimin hangisi olduğunu sen söyleme bana” dedim “birbirimizi seçebilecek miyiz yeniden merak ediyorum” diye ekledim. “Peki” dedi. Oda kapısını açtık, içeri girdik birbirinden güzel beş siyam yavrusu! Bizi gördüler ve dördü hemen kalorifer peteğinin altına sıkıştılar. Resmen sıkışacağız diye birbirlerinin üstüne çıktılar. Bakıyorum merakla. Biri biraz ürkek olduğu yerde kaldı. Bana baktı ben ona. Gülümsedim buydu değil mi dedim evet dedi. Biribirimizi seçmiştik.

Yanına gittik, “nasıl seveceğimi gösterir misin bana” dedim “elbette” dedi. Sırt üstü yattı yavru kedi ve patilerini açtı. Parmak uçlarıyla hafif hafif okşadı ev sahibi, “bunu çok severler” dedi. Ve ilk kez dokundum oğluma. İlk kez dokundum sevgiyle bir kediye.

İlk bir haftamız birbirimize alışmakla geçti, kakasını kontrol ettim çünkü ilk iki gün yapamadı, mamasına su katıp yumaşattım çünkü kuru mamayı reddetti, koltuğun arkasında dikişi atmış küçücük bir yer vardı oraya saklandı iki kez çıkarana kadar kafayı yedim. Miyavlıyordu ne istediğini anlayamıyordum meğerse oyunmuş oğlumun derdi.

Adı için bir sürü öneri geldi eşten dosttan. Fıstık, fındık, tarçın, zeytin vs.vs.

Hiçbiri sinmedi içime, ona Hayyam adını verdim. Çok yakıştı oğluma ismi.

O günden bugüne neredeyse üç yıl geçti, oğlum yaklaşık üç yıldır yoldaşım, ev arkadaşım. Birlikte tatile de gittik evlerde değiştirdik. Benim kadar zorlandı yeni yaşamlara yeni şehirlere yeni evlere. O bana iyi geliyor ben ona. Kucağımda uyumasına bayılıyorum, onu öpmeye bayılıyorum. Onu oynarken kudurtmaya bayılıyorum.

Hayyam ile birlikte insanoğlunun yanısıra diğer tüm varlıklara çok daha duyarlı oldum. Onlar için birşeyler yapmaya, yardım faaliyetlerine katılmaya başladım. Kış geldiğinde kapılara mama koydum, yaz sıcağında su. Onların da yaşam hakkı olduğunu, bizlerin onların yaşam alanlarına çokça müdahale ettiğimizi farkettim. Ve en önemlisi de gezegenin tek sahibi olmadığımızı sadece tüm varolan yaşamla paylaştığımızı anladım. Sayesinde hayatımı zorlaştıran korkularımdan biriyle barıştım. Korkuyu sevgiye dönüştürebilmemde esas oğlandı.


Ve hemen hemen her gün onun o masmavi muhteşem gözlerine bakarak “iyi ki geldin oğlum, iyi ki girdin hayatıma, ne çok şey öğretiyorsun bana, teşekkür ederim sana, çok teşekkür ederim yoldaşlığına” diyorum...

6 Eylül 2014 Cumartesi



MERHABA


Herşey bilinmeyen dilde bir merhaba ile başladı. Ve doğrusunu istersen güzel bir seslenişti.

Hangi dilde olursa olsun güzel bir kelimedir merhaba, anlamasan bile karşındakinin hangi dilde söylediğini, beden dilinden gözlerinden anlarsın merhaba dediğini, sohbete başlangıçtır, hayatına giriş iznidir. Kapıyı açar mısın der yarı çekingen yarı cesur merhabasıyla. Çekingendir çünkü seslenişine ne karşılık alacağını bilmez, cesurdur çünkü ilk selamı verme yürekliliğini göstermiştir.

İşte bu yüzden hiç tanımadığım kişilerden gelen ilk merhabaya hep gülümseyerek karşılık vermişimdir.

İlk kez böylesi bir durumla karşılaştığım nerdeyse yirmi yıl öncesi. İşte o günden bugüne “bir cin çıksa lambadan ve bana tek dilek hakkın var” dese ne derim diye düşünmüyoum. Çünkü o tek dilek hakkımın ne olduğunu çok iyi biliyorum. Yirmi yıldan beri Dünyada var olan tüm dilleri konuşabilmek tek hakkım olurdu. Tüm dilleri... Düşünsene ne muhteşem bir şey olurdu, nereye gidersen git anlatacakların ve dinleyeceklerin arasında hiç boşluk yok, rahatça kendini ifade edebilmenin, ifade edeni anlayabilmenin dayanılmaz hafifliğini dibine kadar yaşayacaksın.

Kendi kocaman sandığım ve aslında küçücük olan alanımdan dışarıya her çıktığımda, gezegen üzerinde ne kadar küçük bir nokta olduğumu daha iyi anlıyorum. Her seferinde üstelik, hiç sekmeden her seferinde. Misal gökyüzüne bakıyorum hem aynı hem farklı, suyunu içiyorum sanki hep içiyormuşum gibi tanıdık diğer yandan ilk kez karşılaşıyormuşum gibi yabancı bir tat... Oysa su, gökyüzü, toprak, hava Dünya’ya dair değil mi? Peki ya Dünya dediğin? Yaşadığım yerden baktığımda küçücük, keşfe çıktığımda sonsuz gelen Dünya?
Kendi ülkemde, neredeyse tamamını görmüşken, bir çok şehrinde yaşamışken, toprağıma dair konuşacaklarım anlatacaklarım var iken, hala görülmemiş yerlerini keşfetmek de daha kolay oralarda yaşayanlarla iletişim kurmak da...

Peki ya dilini, şehrini, yaşayışını bilmediğin, sadece kitaplardan öğrendiğin kültürlerine ilişkin o toprakların insanları ile iletişim kurmak?


Ve ben “tek dilek hakkım sevgili cin tüm dilleri konuşabilmek” noktasında iken herşey bilinmeyen dilde duyduğum bir merhaba ile başladı ve doğrusunu istersen güzel bir seslenişti.

18 Nisan 2014 Cuma

ZAMANLA ŞARKILAR


Bazı zamanları melodileri ile hatırlarım… Baharın kendini hissettirdiği, güneşin sıcacık gülümsemesi ile ısındığım şu günlerde çoğu kez mırıldanırken yakalıyorum kendimi. İşin tuhafı önce müzik sonra kişi ya da olay geliyor aklıma, önce kulak sonra göz devreye giriyor anlayacağın. Gülümsetiyor tüm gelenler, ben gülümsüyorum, güneş gülümsüyor, gelenler mırıl mırıl şarkılarını söylüyor.

Tanju Okan, Nesrin Sipahi, Zeki Müren ile paylaştığım akşamlar geliyor sık sık. Daha evvelinden de bilirdim bu ses üstadı kişileri amma hiç o kadar çok üst üste dinlememiştim sanırım. Geceler olurdu birçok kez, buz gibi rakı birkaç meze ve fonda Zeki Müren insanın içine işleyen o sesiyle eşlik ederdi. Yorulduğunda yerini Nesrin’e bırakırdı… Tanju Baba mutlaka bir iki kez uğrardı.  Geceye doğru Secret Garden veya Amelia girerdi devreye, o güzelim müzikler kısık sesiyle okşarken geceyi uykuya dalardım. Ne uzun zamanlardı, ne güzel zamanlardı. Hiç bitmesini istemediğim, doymadığım zamanlardı. Secret Garden’ı ilk o zaman tanımıştım, hatta Celtic Muzic denilen tarz ile de o zaman tanışmış ve çok sevmiştim. Şarkılardan fal tuttuğum, her bir kelimesini özenle dinlediğim beynime işlediğim şarkıların hükmü sürüyordu. O zamanlara dair hatırladığım daha çok geceler, sanki o zamanlarda gündüz yoktu, Ay güneşi tüm beyazlığı ve gizemiyle örtmüştü sanki… Gündüz diyorum bekliyorum, yok duyduğum sadece sessizlik oysa gece dediğimde herkes geliyor birer birer… Yaşamımın o bölümüne gelene kadar geceyle aram nasıldı? İyiydi, hep iyiydim gece ile galiba, ben hep önce gece dedim, önce ay dedim. Belki de her dolunayda büyülenmişçesine dakikalarca Ay’ı seyretmem taa o zamanlardan, o gece sevdasından başlıyordur.

O dönem kapanıp da şarkılar bana yadigar kaldığında, bu kez yoldaşlarım Animals, Beatles ve 60-70 lerin birçok Avrupalı Amerikalı grubu oldu. Yine birçoğunu evvelinden dinlemiştim ama Animals’ı hiç duymamıştım mesela ve kendine hayvanlar diyen bu muhteşem gençleri çok sevmiştim.  O zamanlar ki içkimiz şaraptı daha çok, en kırmızısından en kalitelisinden. Yemek olmazdı çoğu kez belki pizza belki makarna. Hala çok severim şarap makarna ikilisini bilmem bu da o günlerden mi kaldı bana…

Eski ve çoğu İngilizce Fransızca olan şarkıların dinlendiği zamanlar mesela Elton John’un sacrifice na aşık olduğum anı hatırlıyorum şimdi. Eskiden duyduğum dinlediğim bu şarkı hiç o zamanlardaki kadar işlememişti iliklerime. İngilizcem çok iyi değildir hele bir İngiliz konuşuyorsa o İngilizceyi hepten anlamaz oluyorum. Dolayısıyla şarkının tam olarak neyi anlattığı bilmiyordum. Bir gün gözlerim nemlendiğinde nedir beni bu kadar etkileyen dedim çevirisine baktım… Anladım… O an anladım neden bu kadar her hücreme işlediğini. Aynı durum yıllar sonra Joe Dassin’in “Salut” sü için geçerli oldu. Her Salut yü dinlediğimde bilmediğim diyarlara gidiyorum bilmediğim adamlarla kadınlarla bilmediğim denizlerde yüzüyorum… Sonra onun da çevirisine baktım, malum Fransızcam hiç yok, anladım… bu şarkının da neden bilmediğim denizlerde yüzdürdüğünü anladım…

Sonra bir sessizlik dönemi oldu. Uzun süren sessizlik, kulaklarımı sağır eden sessizlik. Ara ara özellikle Pazar kahvaltılarıma eşlik eden Mozart vardı Bach vardı sadece… Memnundum onlardan soframa yansıyan melodilere, yıllardır dostum olan bu adamlara da, o sessizliğe o sakinliğe de ihtiyacım vardı sanırım. Ve birden bire hiç beklemediğim bir anda Funda Arar ile Kıraç ile tanıştım, şarkılarına şarkı sözlerine bayıldım onlara Candan Erçetin eşlik etti, Sezen Aksu katıldı yaz geçer diyerek… Rakı roka balıklı, neşeli, bol gülmeli, eğlenmeli zamanlardı, uzun seyahatlerin yol şarkılarıydı. Güneşli günlerin, gündüzlerin, buz gibi biraların daha keyifli olduğu vakitlerdi. Nihayet gündüzün de keyfine varabildiğim günlerdi. Cecilia Bartoli ile ilk o günlerde tanıştım mesela ve performansı sırasında şekilden şekle giren yüzüne, deli çılgın haline bayıldım. Eğlendik onunla ve daha bir çoğuyla… derken… Gün geldi Maria Callas çığlık çığlığa Addio del Passato derken odalarda var olan hüzündü. Atatürk’ün dinlediğinde gözyaşlarını tutamadığı, E Lucevan de Stelle özlem yüklüydü, gözyaşından yağmurdu… Sangria nın damağımda bıraktığı o yumuşak ve tatlı lezzetti elimdeki. Artık zaman günden geceye dönmüş ve günden gelenler geceye karışmıştı.  
Onca notadan melodiden, sözden sonra artık doğum zamanı -çokça beklenmişti doğmak doğurmak için-  yeni şarkıların yeni hikayeler anlatacağı zamanlar gelmişti. Nihayet gelmişti... Her doğum gibi sancılıydı, acıttı çoğu kez. Ve nihayetinde doğurdum kendimi yeniden, yeniden inşa etmek üzere. Doğumla beraber müziklerin rengi değişti, ruhu değişti, şehirler değişti, yollar değişti, evler, insanlar değişti, dünya idi değişen aslına bakarsan…  Bir tek duyguların renginin değişmemesine şaşırmıştım, sonra anladım ki duygunun adı aynı ama hissettirdikleri başka. Duygular aynı olsa da yeni olan, o duygulara verilen yeni anlamlar. Anladım ki dünyamla beraber aslında onlar da bir değişimden geçmiş, geçiyor hala.

Sahi, hiç düşündün mü on yıl önceki duyguların ile bugünküler karşısında tepkin aynı mı? Neler değişiyor sende, zamanla hangi taraflarını keşfettin, hangilerinden vazgeçtin, senin kulağında hangi şarkılar çalınırdı, şimdi kimleri konuk ediyorsun?


Şu sıralar Özdemir Erdoğan misafirim, baharla beraberiz ya, baharda kuşlar gibi diye başlıyor, arada tozlu raftan dirty dancing i çıkarıyorum dans ediyoruz Patrick ile, keyifteyim anlayacağın J

2 Ocak 2014 Perşembe

YEPYENİ YIL


Yeni bir yıla başladık. Yepyeni bir yıla. Kendimi hatırladığımdan beri yılda iki günü çok özel bulmuşumdur. O iki gün, sabah uyanır uyanmaz heyecanlanırım, mutlu olurum, umutla bakarım geleceğime. Biri her yılın 31 Aralık’ı, diğeri de doğum günüm. Şımarırım diğer 364 günde şımarmadığım kadar, kendime mutlaka hediyelerim olur. Bazen bu bir söz, bir karar olur hayatımı kolaylaştıran, daha kaliteli hale getiren. Bazen de somut bir şey, bazen kendime ısmarladığım yemek bir kadeh içki, bazen küçük bir takı veya giysi. Ne olduğu çok önemli değildir aslında, o an önemsediğim bana hissettirdiğidir sadece.

Bu yıl yeni yıla girmeden bir iki gün önce ardımda bıraktığım yılın bilançosunu çıkarmak istedim önce. Ki bu da üç beş yıldır yaptığım bir şey. Aldım kağıdı kaleme elime ve bıraktım kendimi geçtiğim bir yıla. Kalem kendiliğinden yazmaya başlamıştı bile. Başardıklarıma baktım, hüzünlerimi hatırladım, çok mutlu olduğum anlarımı hatırladım gülümseyerek. Tüm duygularımı sevdim o anda ve fark ettim ki zaten hepsi bendim. Yaşam bendim ve yaşamın içinde tüm olanlarda bendim.

Maddi konularım vardı çözmem gereken. 2012 de başlayan bu süreci doğru ve düzgün yönetmeye özellikle gayret etmiştim. Ara ara inişlerim olsa da genel anlamda enerjimi yüksek tutmayı başarmıştım. Ve artık sona geldiğimi fark ediyordum. Almam gereken kararlar vardı, her atacağım adımın beni hem fiziksel, hem ruhsal hem de duygusal anlamda rahatlatacağını, yol almamda faydası olacağını biliyordum.  Durmak iyi değildi çünkü hem zaten duracağım kadar da durmuştum, artık hareket vaktiydi. Aslında geçtiğimiz yılın bütününe şöyle bir baktığımda kısa bir tanımla anlatmak istediğimde, 2013 e hareket yılıydı diyebilirim. Sonra iş ile ilgili olarak direnmekten vazgeçtim, direndikçe istediklerimde ısrar ettikçe bir arpa boyu yol alamadığımı, gelen diğer seçenekleri de hakkı ile değerlendiremediğimi gördüm. Öyleyse yapacak iş öncelikle direnmekten durmaktan vazgeçip, akışta olmaktı ve bu akışa beni hangi iş yeri götürecekse oraya tamam demekti. Bunu anlayıp yenisine niyet ettikten birkaç ay sonra işime kavuştum. Toprak grubu burcuna sahip olan benin mülkiyet duygusu da çok gelişmişti. Kendi evimden vazgeçerek ailemle yaşamaya karar vermem bu konudaki direncimi kırmak için kocaman bir adımdı. 18 yıldan sonra yeniden baba ocağına dönmek ciddi bir karardı benim için. Ve iyi de oldu. Ailemle bu kadar sık vakit geçirmeyi özlemişim, uzun Pazar kahvaltılarının beni ne kadar mutlu ettiğini unutmuşum. Ailemin sıcaklığına ne kadar ihtiyacım varmış meğer… Ve elbette dibine kadar şımardığım zamanlar onların yanındaki günlerim J

Geçtiğimiz yıl enerjimin yukarda olmasının en büyük sebebi yaptığım şifa enerjisi uygulamaları idi. Kendimi her kötü hissettiğimde daha fazla fazla yaptım. Yaptıkça bana ve çevreme ne kadar iyi geldiğini gördüm. Çevreme de iyi geliyordu çünkü ben ne kadar iyi olursam sevdiklerimle ilişkim de o denli dengeli oluyordu. İyileştirici gücüne minnettarım. Şifa ve koçluk uygulamalarını hayatıma daha fazla almaya karar verdim. Ki bu karar 2014 ünde ilk kararlarından biri.

Çoğumuz gibi bende ilişkiler konusunda sınanıyorum, hem de birkaç yıldır. Farkı, geçen yıl bunun idrakinde, her adımımın farkında olarak yol almamdı. Üç beş yıl öncesine kadar karşımdakileri suçlamak, onların hatalarını sayıp dökmek veya kendime şansızlığıma acımak, çoğumuza olduğu gibi bana da daha kolay geliyordu. Öyle ya insanın kendine taraf olması çok daha kolay. Oysa tüm yaşamda olduğu gibi ilişkilerde de “sen” diye başlayan cümleler kurmak yerine “ben” diyerek cümle kurmanın ilişkilerde ne kadar yol aldırdığını hatırladım. Mevcut ilişkilerimden bazıları bitti, bazıları askıya alındı, bazıları ise daha da güçlendi. Aslına bakarsan olan şuydu, her yaşamda olduğu gibi, vakti gelenler istasyonlarına geldiklerinde indiler, vakti gelenler ise bindiler trene. Yaşam dediğin de zaten durakları, istasyonları olan bir demiryolu gibi değil mi… Düşünsene kimler kimler vardı o trende şimdiye dek ve kimler var şimdi seninle aynı vagonda? Yarenlik edenlere teşekkür ederek bitirdim bu faslı.

Korkularımı, çekincelerimi yeniden gözden geçirdim. Hayatımı zorlaştıranları ele aldım ve üzerine gittim. Olumluydu sonuçlar ki 2014’e devrolanlar da var. Mesela yeni yıl ile birlikte yazılarımda, resimlerimde daha cesur olmaya karar verdim, içimden geleni, geldiği gibi yansıtmaya karar verdim ki ilk adımı da bu yazıdır yoksa bu kadar kişisel bir değerlendirmeyi niye anlatayım uzun uzun J

Ve başka başlıklarında üzerinden geçtim. Sonuçta bir yılın beni ne kadar büyüttüğüne şahit oldum. Yaşadığım her olay, görüştüğüm her kişi, içinde bulunduğum her durum beni daha da büyütmek içinmiş, yolumda tutmak içinmiş. İşte bu yüzden herkese ve her şeye tek tek teşekkür ettim varlıkları ve yaşamıma kattıkları için. Şimdi yeni yıl ile birlikte, heyecanla yenilerini bekliyorum.

2014’ü düşündüğümde, ilkin sevmeye karar verdiğimi fark ettim. Yeni yılımı seviyordum ve son gününe dek sevecektim. Bu yeni yıl ile aramdaki ilk sözleşme idi. Tüm getireceklerini baştan kabul ettim, neden geleceklerini bilmenin huzuru ile. Eski dostlarımı, arkadaşlarımı, benim için özel ve önemli olduklarını düşündüğüm kıymetlilerim ile ilişkilerimi yeniden canlandırmaya karar verdim. İlk adımımı da yeni yıllarını kutlayarak başladım ki aralarından biriyle yaptığım uzun telefon konuşması o eskilerin ne kadar da önemli olduklarını hatırlamamı sağladı. Son yıllarda edindiğim ve varlıklarından müthiş keyif aldığım arkadaşlarıma ise daha açık olmaya karar verdim. İnsanlara güvenmem zaman alıyordu hatta bazen yıllar, bu süreyi kısaltmaya ve samimiyetini hissettiğim arkadaşlarıma daha yakın olmaya, duvarlarımdan arınmaya karar verdim.  İç sesimi daha bir can kulağı ile dinlemeye de karar verdim yeni yılda ki kendileri beni geçtiğimiz yılın son ayında defalarca uyarmasına karşın duymamıştım. Duymazdan gelmeyi tercih etmiştim. Ve onu dinlememenin sonucu ani, beklenmedik ve sarsıcı idi ve hatta yılın son golü idi. Bu arada beklenmedik mi dedim? Aslında bal gibi beklediğim bir durumdu da beklemeyi ummuyordum sanırım.

Geçtiğimiz yıl ihmal ettiğim seyahat konusunu bu yıl için çoğaltarak yaşamıma dahil etmeye karar verdim ki ilk adımı olarak Mart ayına dört günlüğüne rezervasyon yaptırdım. Çok keyifli bir gezi olacak, şimdiden heyecanlanıyorum J

Eğitim konusuna, eğitmenliğe daha çok zaman ayırmaya karar verdim ki ilk adımı olarak da sunum hazırlamaya başladım, Şubat ayı gibi eğitimlere çıkmaya niyet ettim, hazırlıklarımı yapayım da ben, gelecek olan nasılsa gelir diyerek.

Karar aldığımızda, niyet ettiğimizde ilk adımı atmaktır bizi gerçeğimize yaklaştıracak olan. Bilgi, ancak yaşama geçerse gerçekten bilgi olur yoksa bilmek olarak kalır ki sana pek de faydası olmaz. Bu yüzden yeni yıl kararlarımı alırken, ilgili ilk adımlarımı atmaya özellikle özen gösterdim. Cümleler kağıtta kalmasın, yaşamımın parçası olsun diye geçtim harekete.

Velhasıl, hem geçmiş yılıma hem de gelecek yılıma daha farklı bir gözle bakmaya çalıştım, çalışıyorum. Ruhsal, duygusal ve fiziksel gelişimime bu sene de devam etmek ve yolumda ilerlemeye devam etmek istiyorum. Bu yolumda bana eşlik edecekleri yoluma davet ediyorum, geleceklerini biliyorum. Heyecanlıyım bir yıl sonra bu el neler yazacak merak ediyorum. Sayfaların dolu olması için elimden gelenin en iyisini yapacağımı da biliyorum.


Hoş geldin 2014! Evime, ocağıma, kalbime, ruhuma hoş geldin! Mutlu yıllar hepimize! Sizleri de büyütecek yıllar diliyorum sevgiyle J





GİTME Bİ YERE Tanıştığımızda yazın ilk ayıydı. Küçük bir odada kalorifer peteğinin önünde masmavi bakıyordun bana.         ...