8 Nisan 2017 Cumartesi


DÜNÜN AN’LARI


Son Ankara seyahati beklenin dışında geçiyor benim için. Çok uzun bir aradan sonra evimdeyim hissini yaşıyorum. Oysa bu his hiç mi hiç benlik değil, yabancısı olduğum bir duygu bile diyebilirim. Çünkü her yer bana hem evim gibi gelir ve hem de aynı anda hiçbir yer evim değildir, öyle özel anlam falan yükleyemiyorum bu yüzden...

Bu kez ise farklıydı farkı yağmurdan mı bilmem. Malum en sevdiklerimden biri yağmur, böyle şakır şakır yağsın ve ben altında sırılsıklam olayım... Ne mutlu eder her bir hücremi :) Yukarıdayken anlamamıştım, uçak alana indiğinde farkettim yerdeki su brikintilerini ve yere düşen damlaların yarattığı halkaları. Anında mutlu oldum, çok hem de :)

Sevdiğim kafede, Tunalı Caddesi’nin kenarındaki küçük sayılabilecek fransız kafesinde, şarabımı yudumluyor kızarmış peynir yiyorum. Çok severim burayı, Ankara’da yaşarken sık geldiğim yerlerden biriydi, kendimi iyi hissettiğim yerlerden biri. Aslına bakarsan pek bir özelliği yok, öyle ahım şahım bi yer de değil, kendine bir yerlerin konseptini yaratmaya çalışan yerlerden biri. Ben düşkünümdür buraya, benim için özeldir, başkaca bir şey değil. Sahi, bir yerleri niçin çok severiz? Ne olur da oralara bi sürü anlam yükleriz?

Ne oluyor da özel diyoruz? Özel dediklerimiz bizim için anlamı olanlardır, kendine özgü anlamları barındırılar ve onu sadece sen bilirsin. Tam olarak neyi ifade ettiğin, sadece sen ve o özel kıldığın şey arasındaki sırdır... ölüp gidene kadar sürecek bu sır bir şarkı duyduğunda seni belki gülümsetir, belki düşündürür, belki gözlerini doldurur belki nefesini keser. Yapacağı eylem ne olursa olsun yaptığı en önemli şey hatırlatmaktır. Ve aslına bakarsan bence tüm insanlığın derdi, bu hatırlanmak asla unutulmamak mevzusudur. Belki de insan asıl unutulduğu zaman ölüyordur.

Bu kötü değil, hiç değil. Bence insanı insan yapan özelliklerden biri bu. Hatırlanmak istemek insani duygularımızdan biri sadece, belki zayıflık belki değil. Özlenmek isitiyorsan, hatırlanmak istiyorsan ve bunun farkındaysan ve bu sana acı vermiyorsa, hüznün yakınından bile geçmiyorsan bunlar senin kendini bildiğin tarafındır, yani güçlü tarafındır. Çünkü bildiğin, farkında olduğun her şey senin gücündür. Gücünü, özünün gücünü, buralardan alırsın. Hani şimdi şirketlerde pek bir moda ya “güçlü yönler ve geliştirilmesi gereken yönler” tıpkı onun gibi.

Acı çekme hatırlarken, düşündüğünde içinde bir yerler acımasın. Eğer, duygunun farkında ve bilincinde iken acı çekiyorsan, üzüyorsa hatırladığın ve özlediğin, o zaman burası senin geliştirmen gereken yanın. Bunun insani tarafının bir isteği olduğunu bilmelisin önce. Yani kavga etmemelisin kendinle, kabul edeceksin içinden geçen tüm duyguları. Hani şimdi senin “biliyorum yav bunları” dediğini duyar gibiyim. Tamam bil de, unutma en önemli kısmı kabul etmek. Kabul etmeyi atlama tamam mı, o senin en öncelikli adımın çünkü. Ve acı çekmenin hüznün de keyfini çıkarmaya bak. Evet doğru okudun, acının özgürlüğünde boğul önce bi. Boğ iyice kendini. Dokunmasın kimse sana, sen dokun sadece kendine. Dokun en mahrem anılarına sözlerine her şeye dokun. Kendini kendinde boğ... Boğ ki bir sonraki dirilişine geçebilesin. Anılarınla yani seni sen yapanlarla barış sonra.

Farkettin değil mi, yaptığın barışmak kendinle.

Ve aslında özel diye adlandırdığın her şey ve herkes, seni sana götüren araçlardan başka bir şey değil.
Yıllar geçer, anıların etkisi belki azalır belki artar, önemli değildir çünkü sen hep onun orada olduğunu bilirsin, önemli olan budur ve senindir, sana özeldir.

Ve kelimeler dökülürken kağıda, şarabın sonuna gelirken, hatırlamışken birçok şeyi anlıyorum birden burayı neden özel kıldığımı. Çok keyifli sohbetlerime, buluşmalarıma ev sahipliği yaptığı için, kendimi rahat hissettiğim bir yer olduğu için, anılarıma ev sahipliği yaptığı için ve anılarımda gülümseyerek andıklarım için.

Dedim ya bu sefer ki Ankara farklıydı. Bir yandan her şehir gibiydi artık Ankara, herhangi bir şehir gibiydi, zamana yenik düşen tarafları da çoktu. Diğer yandan hala özel kalan birkaç yer, bir kaç anı, bir kaç kırıntı şarabın son yudumuna karışıyordu...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

GİTME Bİ YERE Tanıştığımızda yazın ilk ayıydı. Küçük bir odada kalorifer peteğinin önünde masmavi bakıyordun bana.         ...