BEN SENDE Kİ KENDİMİM
Nasıl da ağlamış, yeşil gözlerindeki o minik koyu kahve
nokta hüzünleri nasıl da dönmüş acıya. Ve gözleri sanki hiç bu kadar yeşil
olmamış gibiydi, o kadar ki, dalından düşen bir çift parlak yaprak gibiydi.
Baktığımda O’na yalnızlığını görürdüm nedense, O her ne kadar kalabalıkların
insanıyım dese de.
Kızarmış burnunu sertçe silerken, ince parmaklarıyla uzattı
elindeki buruşmuş kağıt parçalarını. İçiçe geçmiş buruşmuş ve biraz sümükten
biraz gözyaşından ıslanmış sarı saman kağıtları. Sorar gözlerle aldım yavaşça,
buruşmuş kağıtları açmaya çalıştım önce. “Bitmiş” dedi, “öyle diyor, bak yazmış
her şeyi, oku ama yüksek sesle okuma bir kez daha dinlemeye tahammülüm yok”
dedi. Köşede pencere kenarındaki ahşapları artık soyulmuş koltuğuna gitti, “oku
sen” dedi “ben hayal edeceğim” dedi, “onun iyi haline, gülen yüzüne ihtiyacım
var” dedi ve gözlerini kapattı.
Hangi sayfanın ilk olduğunu anlamaya çalıştım önce,
dağınıktı çünkü sayfalar, kiminde üst üste yazılmış yazılar, kiminde sade bir
kaç satır. Belli ki farklı farklı zamanlarda yazılmış ve tek seferde
gönderilmiş bir mektuptu bu.
“Merhaba” diye başlayan ilk sayfayı buldum ve yeşil gözlünün
karşısındaki diğer berjere geçtim. Ayaklarımı altımda toplayıp, bi sigara
yaktım..
“Merhaba,
Yazacak çok şey yok gibi, sanki tüm düşünülenler bir
öncekinin tekrarından ibaret... Yine de deneyeceğim yine de yazmayı deneyeceğim
sana.
Çok özlüyorum, gitmek istediğimde bu kadar özleyeceğimi
tahmin etmemiştim, çünkü daha önce de çok gittim ben. İtiraf edeyim bunları
düşündüğüm, geçmiş gelecek her şeyin karıştığı an, her şeyin değiştiği o an,
aslında kararımı vermiştim. Beni uyutmayan şey korkularımdı. Bugün hala yanında
değilsem ve sana sadece yazdıklarımla sesleniyorsam demek ki iyi ettiğimi
düşünüyorum hala. Gittiğim yerde kaldığıma göre, kalmaya devam ettiğime göre
demek ki iyi etmişim diyorum hala... Bunu bilmek seni özlememe engel değil.
Senden gittiğimden beri boğazımda bir yumru ile dolaşıyorum.
Olur olmaz yerde dalıp gidiyorum, farkettiğim an saçmalama deyip toparlıyorum
kendimi. Yalnızken, kendimi sadece kendime açmışken, kendimi koyvermişliğim olmadı
değil. Sesini, sohbetlerimizi, beni sevmeni, saçlarımı okşamanı,
sinirlendiğimde beni sakinleştiren sesini öyle çok özlemiştim ki koyverdim
akmak isteyen yaşları. Varsın aksın erkek adam ağlamaz derler ya, bok ağlamaz.
Ağladım ben hem de gözyaşıma doya doya . O rengini çok sevdiğin hardal kanepede
ne çok geceledim. Oyalanmak için okurken bir şeyleri uyuyakalıyordum, iyi de
oluyordu aslında ertesi gün ki sırt
ağrıları hariç. Bana bir telefon kadar uzak olmana rağmen görüşmeyeceğiz
seninle, başa sarmayacağız. İzlediğimiz diğer filmler gibi tekrar tekrar
izlemeyeceğiz. Diğer tüm özlemler gibi bu da sakinleşecek. Görüşmeyeceğiz çünkü
yol bitti.”
Okuduğum ilk sayfanın
sonuna doğru kelimeler aşağıya doğru kayıyordu, belli ki yazanın astigmatı
vardı. Yeşil gözlünün sevgilisi ile yani mektubun sahibi ile tanışamamıştım,
biz tanışamadan gitmişti yeşil gözlüden. Bu nedenle tanışıklığım, anlatıldığı
kadardı. Okurken üzülmüştüm giden sevgiliye, belli ki O da acı çekiyordu ve
yine belli ki anlattığından çok daha fazlası vardı.
“Bitti mi” dedi
köşedeki ahşabı sıyrılmış koltuğundan, “yok” dedim “ilk sayfayı okudum ikinciye
geçiyorum şimdi” dedim. “Bi bok yok orada” dedi, “asıl bomba sonra” diye
ekledi, en çok canını yakan sonuncuydu herhalde. Meraklı bakışıma aldırmadı
yine gözlerini kapadı “oku sen” dedi.
Gerçekten ikinci sayfada yazılanlar birkaç satırdı, zaten
sayfa da yarımdı. Elle kesilmişti kağıt, alttaki yazılanlar sonradan görülsün
istememişti herhalde. Bir kaç satır vardı sadece.
“yine merhaba, böyle karşımdaymışsın gibi yazınca daha kolay
oluyor sanki, kendimi kandırmak böyle daha kolay. Aslında yalan söylüyorum
sana. Seni özlerken sendeki kendi hallerimi özlüyorum, özlediğim sen misin
yoksa sende ki ben mi
bilmiyorum artık.”
Burada bitiyordu daha doğrusu buradan itibaren yırtılmıştı
sayfa. Çok derin bir iç çekiş ve “canım benim” diye mırıldanan yeşil gözlüye
baktım. O ne bu odada ne de benimleydi, şimdi o giden sevgiliyle bir başka
yerde bir başka haldeydi.
Bu birkaç satırı okuduğumda ne doğru söylemiş dedim. Bilirsin
yaşamlarımıza birçok kişi girer sonuncuya kadar, aslında yaşamımızdaki her bir
kişinin görevi de bizleri o sonuncuya götürmektir, asıl önemli olmaları bu
sebepledir. Ve geçmişimizi düşündüğümüzde, kişileri hatırlamayız aslında, daha
çok o dönemde yaşadıklarımızı hatırlarız, nasıl hissettiğimizi hatırlarız...”
Üçüncü sayfaydı elimdeki en çok da bu ıslaktı, galiba en çok
gözyaşı ve sümük burada vardı.
“Hayatı tek bir aşka sığdıramazsın” diyordu sonuncu mektupta.
“Aşk dediğin şey bir olma halidir, bir sonuç değildir. Ve illa bir kişiye aşık
olmak da değildir, mesela şu an baktığım denizde salına salına giden vapur, şu
özgürlüğün tadını alırcasına uçan martı da belki aşktır” diyordu sonuncu
mektupta. “Seni gülümseten hadiselerin tamamı var ya, işte onların tamamı da aşk.
Ben şimdi o uçsuz bucaksız denize, o kaygısız vapura, o özgürlük düşkünü
martıya aşık olmaktayım. Bu oluşum, bir sonraki aşka kadar devam eder.
Yaşadıkça bunu yaşarım yaşarım ve yaşarım. Ben sen olmadan yaşayamam, yaşasam
da zevk alamam diyemem artık. Yaşarım çünkü, zevk de alırım. Alamıyorsam bu senin
sorumluluğun değildir, benimdir. Bu benim kendimi sevmememle ilgilidir, senin
beni sevmen ile ilgili değildir.”
“Artık biliyorum ki ben seni değil, sende ki kendimi, kendi
iyi ve doygun hallerimi özlüyorum. Ve yine artık biliyorum ki bu bir aşk değil,
senin anladığın anlamda aşk değil, benim aşkım hiç değil. Niyetim seni üzmek
değil, seni yok saymak hiç değil. İnsan yaşanmışlığını ne kadar görmezden
gelebilir? Sadece sevgilim sen aşk değilsin. Bu gerçekten seni haberdar
etmezsem kendime ihanet etmiş olurdum, sana yalan söylemiş olurdum. Ne sana ne
kendime bunu yapamazdım. Bu mektuplar bu yüzden yazıldı sana. Son geldiğim
gerçekliğin resmini çizmeliydim. Sen aşk değilsin ve hiç olmamıştın ve
doğrusunu istersen sana ilk merhaba’mı derken bunun farkında bile değildim.
Kelimeler döküldükçe kalemimden kağıda gördüm ki zihnim de ki ile kalbim de ki
başka, ben başkayım. Birbirimize sürgün olmamalı niyetimiz, birbizimizi özgür
bırakmalıyız, kendi aşk yolumuzu yürüyebilmek için, kendimize bu şansı
vermeliyiz şimdi ve daima.
Bu yüzden hoşça kal yeşil gözlerinden öperim”
"Bitti mi” dedi. “Evet” dedim. Hiçbir şey söylemedi
pencereden dışarıdaki hayatı izlemeye devam etti. Ben de ikinci sigaramı
yaktım.