18 Nisan 2014 Cuma

ZAMANLA ŞARKILAR


Bazı zamanları melodileri ile hatırlarım… Baharın kendini hissettirdiği, güneşin sıcacık gülümsemesi ile ısındığım şu günlerde çoğu kez mırıldanırken yakalıyorum kendimi. İşin tuhafı önce müzik sonra kişi ya da olay geliyor aklıma, önce kulak sonra göz devreye giriyor anlayacağın. Gülümsetiyor tüm gelenler, ben gülümsüyorum, güneş gülümsüyor, gelenler mırıl mırıl şarkılarını söylüyor.

Tanju Okan, Nesrin Sipahi, Zeki Müren ile paylaştığım akşamlar geliyor sık sık. Daha evvelinden de bilirdim bu ses üstadı kişileri amma hiç o kadar çok üst üste dinlememiştim sanırım. Geceler olurdu birçok kez, buz gibi rakı birkaç meze ve fonda Zeki Müren insanın içine işleyen o sesiyle eşlik ederdi. Yorulduğunda yerini Nesrin’e bırakırdı… Tanju Baba mutlaka bir iki kez uğrardı.  Geceye doğru Secret Garden veya Amelia girerdi devreye, o güzelim müzikler kısık sesiyle okşarken geceyi uykuya dalardım. Ne uzun zamanlardı, ne güzel zamanlardı. Hiç bitmesini istemediğim, doymadığım zamanlardı. Secret Garden’ı ilk o zaman tanımıştım, hatta Celtic Muzic denilen tarz ile de o zaman tanışmış ve çok sevmiştim. Şarkılardan fal tuttuğum, her bir kelimesini özenle dinlediğim beynime işlediğim şarkıların hükmü sürüyordu. O zamanlara dair hatırladığım daha çok geceler, sanki o zamanlarda gündüz yoktu, Ay güneşi tüm beyazlığı ve gizemiyle örtmüştü sanki… Gündüz diyorum bekliyorum, yok duyduğum sadece sessizlik oysa gece dediğimde herkes geliyor birer birer… Yaşamımın o bölümüne gelene kadar geceyle aram nasıldı? İyiydi, hep iyiydim gece ile galiba, ben hep önce gece dedim, önce ay dedim. Belki de her dolunayda büyülenmişçesine dakikalarca Ay’ı seyretmem taa o zamanlardan, o gece sevdasından başlıyordur.

O dönem kapanıp da şarkılar bana yadigar kaldığında, bu kez yoldaşlarım Animals, Beatles ve 60-70 lerin birçok Avrupalı Amerikalı grubu oldu. Yine birçoğunu evvelinden dinlemiştim ama Animals’ı hiç duymamıştım mesela ve kendine hayvanlar diyen bu muhteşem gençleri çok sevmiştim.  O zamanlar ki içkimiz şaraptı daha çok, en kırmızısından en kalitelisinden. Yemek olmazdı çoğu kez belki pizza belki makarna. Hala çok severim şarap makarna ikilisini bilmem bu da o günlerden mi kaldı bana…

Eski ve çoğu İngilizce Fransızca olan şarkıların dinlendiği zamanlar mesela Elton John’un sacrifice na aşık olduğum anı hatırlıyorum şimdi. Eskiden duyduğum dinlediğim bu şarkı hiç o zamanlardaki kadar işlememişti iliklerime. İngilizcem çok iyi değildir hele bir İngiliz konuşuyorsa o İngilizceyi hepten anlamaz oluyorum. Dolayısıyla şarkının tam olarak neyi anlattığı bilmiyordum. Bir gün gözlerim nemlendiğinde nedir beni bu kadar etkileyen dedim çevirisine baktım… Anladım… O an anladım neden bu kadar her hücreme işlediğini. Aynı durum yıllar sonra Joe Dassin’in “Salut” sü için geçerli oldu. Her Salut yü dinlediğimde bilmediğim diyarlara gidiyorum bilmediğim adamlarla kadınlarla bilmediğim denizlerde yüzüyorum… Sonra onun da çevirisine baktım, malum Fransızcam hiç yok, anladım… bu şarkının da neden bilmediğim denizlerde yüzdürdüğünü anladım…

Sonra bir sessizlik dönemi oldu. Uzun süren sessizlik, kulaklarımı sağır eden sessizlik. Ara ara özellikle Pazar kahvaltılarıma eşlik eden Mozart vardı Bach vardı sadece… Memnundum onlardan soframa yansıyan melodilere, yıllardır dostum olan bu adamlara da, o sessizliğe o sakinliğe de ihtiyacım vardı sanırım. Ve birden bire hiç beklemediğim bir anda Funda Arar ile Kıraç ile tanıştım, şarkılarına şarkı sözlerine bayıldım onlara Candan Erçetin eşlik etti, Sezen Aksu katıldı yaz geçer diyerek… Rakı roka balıklı, neşeli, bol gülmeli, eğlenmeli zamanlardı, uzun seyahatlerin yol şarkılarıydı. Güneşli günlerin, gündüzlerin, buz gibi biraların daha keyifli olduğu vakitlerdi. Nihayet gündüzün de keyfine varabildiğim günlerdi. Cecilia Bartoli ile ilk o günlerde tanıştım mesela ve performansı sırasında şekilden şekle giren yüzüne, deli çılgın haline bayıldım. Eğlendik onunla ve daha bir çoğuyla… derken… Gün geldi Maria Callas çığlık çığlığa Addio del Passato derken odalarda var olan hüzündü. Atatürk’ün dinlediğinde gözyaşlarını tutamadığı, E Lucevan de Stelle özlem yüklüydü, gözyaşından yağmurdu… Sangria nın damağımda bıraktığı o yumuşak ve tatlı lezzetti elimdeki. Artık zaman günden geceye dönmüş ve günden gelenler geceye karışmıştı.  
Onca notadan melodiden, sözden sonra artık doğum zamanı -çokça beklenmişti doğmak doğurmak için-  yeni şarkıların yeni hikayeler anlatacağı zamanlar gelmişti. Nihayet gelmişti... Her doğum gibi sancılıydı, acıttı çoğu kez. Ve nihayetinde doğurdum kendimi yeniden, yeniden inşa etmek üzere. Doğumla beraber müziklerin rengi değişti, ruhu değişti, şehirler değişti, yollar değişti, evler, insanlar değişti, dünya idi değişen aslına bakarsan…  Bir tek duyguların renginin değişmemesine şaşırmıştım, sonra anladım ki duygunun adı aynı ama hissettirdikleri başka. Duygular aynı olsa da yeni olan, o duygulara verilen yeni anlamlar. Anladım ki dünyamla beraber aslında onlar da bir değişimden geçmiş, geçiyor hala.

Sahi, hiç düşündün mü on yıl önceki duyguların ile bugünküler karşısında tepkin aynı mı? Neler değişiyor sende, zamanla hangi taraflarını keşfettin, hangilerinden vazgeçtin, senin kulağında hangi şarkılar çalınırdı, şimdi kimleri konuk ediyorsun?


Şu sıralar Özdemir Erdoğan misafirim, baharla beraberiz ya, baharda kuşlar gibi diye başlıyor, arada tozlu raftan dirty dancing i çıkarıyorum dans ediyoruz Patrick ile, keyifteyim anlayacağın J

GİTME Bİ YERE Tanıştığımızda yazın ilk ayıydı. Küçük bir odada kalorifer peteğinin önünde masmavi bakıyordun bana.         ...